Fehim Güler
''Teşbihde hata olmaz'' diye edebi bir söz bulunmaktadır. Ancak, NATO'yu 6 matruşkaya benzetmek de birazın ötesinde bir abartı olduğunu teslim etmeliyim. NATO ilk kuruluş Antlaşmasında bir savunma örgütü olup iki süper güç arasındaki mücadelenin askeri, ekonomik ve siyasal boyutları da olan bir mega yapılanmasıdır.
40 yıl süren Soğuk Savaş Dönemi kabul edilmelidir ki kendi toplumlarının refah ve huzuru aleyhinde kontrol edilemeyecek kadar büyüyen Warşova Paktının Yıkılması ve SSCB'nin dağılması ile sonuçlanmıştır. Bu Soğuk Savaş Döneminin sona ermesini takibeden 1990'lı yıllar Doğu Avrupa ülkelerinin hem AB hem de NATO'ya entegrasyonu ile devam eden NATO'nun Genişleme süreci olmuştur. Bu süreç Avrupa Birliğinin siyasi nüfuz alanının genişlemesi, NATO ve tüm eski SSCB ve Doğu Avrupa ülkelerini kapsayan 54 ülkeli Barış İçin Ortaklık (PfP / BİO) ve Avrupa Silahsızlanma Konferansı (ASK)(CDE) ile bütünleyici siyasi anlaşmalarla da çok boyutluluk kazanmıştır. NATO-WP karşılıklı Kuvvet İndirimi Müzakereleri (CDE) ile ve Açık Semalar (Open Skies) ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği ( CSCE) (AGİT) karşılıklı Güven ve Güven Arttırıcı Önlemler ile muhtemel Nükleer Savaş dahil Üçüncü Dünya savaşı tehlikesinin önlenmesi hedeflenmiştir. 2010 yılında TR'de düzenlenen 22 ülkeli Asya Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatını nereye oturtacağız? Bu da aynı manzumeden addedilecek bir siyasi müzakereler süreci...
Gladyo benzetmesi ile NATO'nun dünya üzerindeki rolü küçümsen miyor mu? 2010 NATO Stratejik Konsepti yeni tehdit kavramlarını kabul ile evrimleşmiştir. İstikrarsızlık, tahmin edilemezlik ve belirsizlik yeni tehdit odakları olarak devam etmiş ve bu yeni dünya düzeninde sefalet, fakirlik, nükleer silahların yayılması bu tehdit kavramının altını dolduran olgular olmuştur. Bu konsept ABD'nin 2020 'li yıllara yayılacak yeni Harekat Alanı Füze Savunma Sisteminin bir NATO projesi olarak kabulünü ve esasen Rusya'ya , görünürde İran'a karşı füze savunmasının parametrelerini ve konseptini beraberinde getirmiştir.
Bütün bu stratejik öngörü NATO'da sürekli yeni bir komuta yapısı anlayışını doğurmuş ve komuta yerleri ve karargahlar da azaltma ve yeni anlayışa dayalı yer değişiklerini de beraberinde getirmiştir. Bu itibarla geçmiş yıllarda Kara NATO Komutanlıklarının tamamı söndürülmüş, ancak Avrupa Harekat Alanında süratle görev verilebilecek Süratli Müdahale Kolorduları (ARRC) kurulmuştur. Bunlardan biri de İstanbul'dadır. Güney Avrupa bağlamında NApoli/İtalya'da bulunan AFSOUTH bağlısı Güney Avrupa Hava Kuvvetleri Komutanlığı (ACC) tüm bölge CAOC'larına komuta etmek üzere İzmir'e konuşlandırılmıştır.
Bütün bu yeniden yapılanmaya bakarak milli hedeflerden sapma, Türkiye'nin NATO'nun ileri karakolu gibi benzetmeler TR'ye fayda sağlamamaktadır. TR istiyorsa NATO'dan çıkabilir ancak NATO'da olmak ve olmamak arasındaki fayda-değer analizi sonucunda NATO ile birlikte milli menfaatlerimizin en üst seviyede korunduğu ve kollandığı varılan bileşke bir milli bir karar olmuştur.
NATO kabul etmek gerekir ki Batı menfaatlerini eski Doğu Blokuna ve Üçüncü Dünya Ülkelerine karşı korumak amacıyla kurulmuş bir teşkilat olduğunu da itiraf etmelidir. Ancak bu durum TR nin kararını değiştirecek bir gerşek olamamış ve TR NATO içinde olmaya devam etmiştir.
NATO'nun Alan-dışı Kullanılması veya tek başına askeri güç kullanması doğru bir tespit değildir. NATO gerek Afganistan ve gerekse Libya'da ve de Bosna-Hersek ve Kosova'da BM Güvenlik Kurulunun kararı ve BM himayesinde (yasal himaye) NATO ve bazan da Koalisyon Kuvvetleri Harekatını uygulayagelmiştir. Başka bir deyişle iki süper güç dengesinin ortadan kalkmasıyla tek kutuplu bir yeni dünya düzeninin askeri gücü olarak rol almaya başlamıştır.
Devletlerarası ilişkilerde TR ya kendisine verilen rolü bazen de beğenmeyerek oynayacak ya da ben yokum diyerek Batı karşıtı ulusal politikaya, veya Şanghay Örgütü (Rusya-Çin) ile birlikte hareket etmeye veya tarafsız bir politikaya yönelecektir. Ancak Türkiye'nin 60 yıllık NATO üyeliğini ne pahasına bir çırpıda sileceğinin rasyonelleri ortada bulunmamaktadır.
Yazılarımızda hep durum tespiti yaparak geçmiş ile halihazır durumu biraraya getiren raporlar üretiriz. Bu yorumlarıma konu olan aşağıda yazıda da gelecek projeksiyonlara hiç yer verilmemiş, durum her yönü ile ortaya konmuştur. Bu duruma göre seçilecek hareket tarzının ne olduğunu merakla beklemek durumundayım. Şimdi ne olsun? Türkiye'nin ulusal çıkarlarını koruyacak ulusal polikamız ne olsun? Bu politikayı uygulama alanına taşıyacak ulusal stratejimiz ve bu stratejiyi yürütecek kuvvet yapımız ne olsun? Bu kuvvet yani milli güç unsurları hangi coğrafyada hangi rolü oynasın? Ulusal sınırlar içindeki konsepti ve ulusal sınırlar dışındaki ulusal hedefleri gerçekleştirmede hangi devletlerle ve hangi işbirliği mekanizmalarını oluşturalım?
Ne yapacağını bilen, soracağı sorulara yanıtlar arayan yapıcı ve destekleyici olmak adına kaleme aldım bu fikirlerimi... NATO hakkında uzunca bir süredir yorum ve değerlendirmeler yeralmamıştı bu grupta... Bu itibarla Erol Bilbilik'e konuyu abrayan yazısı için teşekkür etmek isterim. Yazarak bu konunun kavranması uzun zaman alacağı gerçeğini de kabul ediyorum.
Saygılarımla..
Fehim GÜLER 27 Nisan 2011
NATO NEDİR?
Erol Bilbilik, Haberler
AYDINLIK - 20 Nisan 2011Kurucu 12 devlet komünizme, SSCB’ye karşı 4 Nisan 1949’da NATO antlaşması imzalamış ve bu antlaşma 24 Ağustos 1949’da yürürlüğe girmiştir. Kurucu devletler 22 Ekim 1951’de Londra’da yaptıkları toplantıda bir protokol imzalayarak;NATO’ya katılmak isteyen Türkiye ve Yunanistan’a resmi bir çağrıda bulunmuş, gerekli işlemler tamamlanarak her iki devlet te 18 Şubat 1952’de NATO’ya üye olmuştur.
NATO ülkeleri, ulusal ordularının tümünü ya da bir bölümünü NATO Avrupa Müttefik Yüksek Komutanlığı emrine tahsis etmiştir. Türkiye, 18 Şubat 1952 tarihinden itibaren ulusal ordusunun tümüne yakınını NATO Komutanı’nın emrine tahsisiyle diğer NATO ülkeleri gibi ulusal ordusunu tasfiye sürecine sokmuştur.
NATO’nun temel amacı ulusal orduların tasfiye edilmesidir. Bu olgu bugüne kadar ne yazık ki anlaşılmamıştır. Ulusal orduların tasfiyesi; ulusal devletlerin, ulusal sınırların, ulusal tarihin, ulusal ekonominin, ulusal kültürün, ulusal dilin ve ulusal dini mensubiyetin tasfiye edilmesidir.
NATO, ilk günden bu yana ABD kapitalist emperyalist sınıfının “silahlı saldırı ve işgal” gücüdür. Emekçi sınıfını ezmek başat görevidir. NATO’ya savunma örgütü olarak bakmak, temel amacı görmezden gelmektir. Bu da en hafifinden gaflettir. Ne yazık ki Türkiye’de, 59 yıldır hala bu somut olguyu kavrayamamış olanlar çoğunluktadır. Bu nedenle “NATO’da kalarak ta ulusal devletimizi ve ulusal çıkarlarımızı koruyabiliriz” diyen asker ve sivil “NATOperestler” Türkiye’ yi kuşatma altına almakta başarılı olmuşlardır.
NATO denince, sadece tek bir NATO olduğu anlaşılmamalıdır. NATO içinde deyim yerinde ise 6 “matruşka” NATO daha vardır. Bunların ilki; NATO içindeki “Süper NATO”dur, NATO özünde Gladyo’dur. NATO’ya taraf devletler arasında “Kuvvetlerin Statüsüne Dair Anlaşma” (KSDA), “Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği” (AGSK), “Uluslararası Güvenlik Destek Gücü” (UGDG), “Barış İçin Ortaklık” (BİO), ve “Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı” (AGİT) de birer NATO matruşkalarıdır. Buradan çıkan sonuç şudur: Ulus-devletlerin karşısında onları tasfiye etmeyi amaçlayan toplam altı NATO örgütü vardır. O nedenle Türkiye’nin işi altı defa daha zordur.
ABD zaman zaman, devlet ve hükümet başkanlarının katıldığı NATO zirve toplantıları düzenleyerek temel antlaşmaya yönelik stratejik konsept değişikliklerine giderek hayati çıkar alanlarını daha da genişletmeye çalışmaktadır. 1999 tarihli NATO Stratejik Konsepti ile NATO’nun doğuya doğru genişlemesini, alan dışı kullanılmasını, BM kararlarını dikkate almaksızın hareket etmesini, Uluslararası Müşterek Mobil Kuvvetler kurulmasını ve bu kuvvetlerin kritik görevlerde kullanılmasını; politik baskı ve dayatmalarla üye ülkelere kabul ettiregelmiştir.
Son olarak ta Kasım 2010’daki Lizbon NATO Zirvesi’nde “Avrupa İçin Aşamalı Ve Uyarlanabilir Füze Savunma Sistemi”ni uygulamaya sokacak antlaşmayı imzalatmıştır.Bu antlaşmayla ABD; Türkiye’ye yerleştireceği orta menzilli füzesavar füze ve radar sistemi ile bir taraftan Türkiye’yi “Birinci Derece”, İran’ı ise “İkinci Derece” tehdit olarak hedefine alırken, diğer taraftan da “Müstakbel Kürdistan”ı füze koruması altına almıştır.
Haftaya “Celal Bayar Türkiye’yi NATO’ya nasıl soktu?” konusu ele alınacak.
Erol Bilbilik
İLK KURŞUN
İLK KURŞUN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder