3 Kasım 2012 Cumartesi

Kafkasya ve Türk Kültürü Stratejik Araştırmaları


Kafkasya ve Türk Kültürü Stratejik Araştırmaları 


Kafkasya Bölgesi ile ilgili uygun bir site adresidir. Çerkes, Kabartay ve Karaçaylar hakkında okunacak makaleler..Sevgiler
http://www.kafkas.gen.tr/

1 Mart 2012 Perşembe

Iran ve Suriye Meselesinde Milli Politika ve Stratejinin Gercekleri


Fehim Guler 
01 Mart 2012, ANKARA

Dogru gibi gorunen yanlis olan konular... Yanlis gorunen ama dogru konular hep olmustur.  Zira ekin dedigimiz yetisme kulturu herhes icin farklidir.  Kendi dusunce kaliplariniz icinde goremediginiz konulari da kabullenemez ve karsi yorum uretirsiniz.  Uzmanlik alanlarindaki insanlar ve bilim adamlari dahi uyusamazlar ve kosut mekleri ile sinerji yaratamazlar.

Turkiye, komsularini TEHDIT Degerlendirmesi adi altinda kategorize etmeyi savsaklayamaz.  IRAN, Islam rejimi ile Turkiye'ye rejim ihrac etmeye calisan bir ulkedir.  Karmasik demografik yapisi ile ayakta kalmasini Sii ummet devlet olmasina borcludur.  Simdilerde Turkiye'de benzer ilkelerin egemenligindeki yonetimle bagdasan yonleri oldugu catisan yonleri de olmaktadir.  Bu durumda Turkiye basitce dusunerek Batinin Iran'a ambargosu ve Israil ve/veya ABD'nin hava ve deniz harekati karakterli Savasina alkis tutmasi gerekmektedir. 

Suriye, Iran rejimi ile eksen olusturan ve Hamas ile birlikte Ortadoguda Sii Hilalinin en onemli ayagi ulke durumundadir.  PKK Teror Orgutune yataklik yaptigi ve devlet destekli terorun dunyadaki ender orneklerinden biri olan devlet modeli olmustur.  Bu durumda yine basitce dusunerek Turkiye'nin Suriye'ye karsi icra edilecek bir Savasa destek vermesinin isabetli olacagi gercegine ulasabilirsiniz.  

Dunya konjonkturu, NATO ve ABD'nin kuresel hegemonyalarini tesis etmek icin SANGHAY Orgutu ile catisma alanlari olan Ortadogu, Kuzey Afrika ve Alt Kita Bolgelerinin arayuzey olusturdugu istikrarsizlik ve krizlerle karsi karsiyadir.  Bu anlamda yukarida aciklanan TR MILLI POLITIKASI'nin dogrulari ile Uluslararasi Politik mucadele dogrularinin ne olcude benzestigi, ortustugu ve kosut ozellikler tasidiginin saglamasinin yapilmasi gerekmektedir.  

Gelinen gercek odur ki hicbir olgu ne Demokrasi getirmek ugrunadir ne de Insan Haklarinin Korunmasi ugrunadir.  Ugruna masraflar yapilan isler, savaslar ve Ayaklanmalar dengelerin hep Hegemon Guclerin lehine olmasi icindir.  Turkiye, Anglo-Sakson ustunlugunun ruzgarini arkasina alarak az enerji ve kaynak tuketerek cevresinde istikrarli ve refah seviyesi yukselen komsu ulkelrle mi, yoksa fakirlik ve safalet mengenlerinden kurtulamamis zayif despot ulkelerle mi daha guvenli bolgeler yaratilacaginin cevabini bulmalidir.  Iran'in Islam ve Seriata dayali duzeninin devrilmesi,  Suriye'nin anti demokratik baskici despot yonetiminin degismesi Turkiye'nin milli cikarlarina uygun oldugu kabul edilmelidie.  Yoksa salt din, Islam, Kuran yapraklari ve Muaviye soylemleriyle arguman gelistirip Milli Politika ve Milli Stratejimizin yanlis olduguna kamuyu inandirma cabalari akim kalmaya mahkumdur.  

Turkiye, Turkiye icin ve Turk Milleti icin ulusal cikarlarina uygun milli stratejisini gelistirme ve politik kararlarini da bunlari destekleyecek sekilde vermelidir.  Ancak bu milli strateji yabanci basinda yeraldigi sekliyle, Birlesmis Milletler himayesinde NATO 'nun sevk ve idaresinde yapilacak Barisi Tesis Etme Harekati adiyla Turkiye'yi one ittiren stratejilere sebep de olmamlidir.  Yapacaksa Suriye'ye Komsu Olmayan Suriye 'nin Dostlari Koalisyonu ile bu isler yapilsin.  Turkiye, boyle bir savasin aktif aktoru olma yerine bunu kolaylastirici, lojistik ve insani yardim harekati yonleriyle destekleyici ve zorunlu olarak  hava ve deniz harekati icin hava sahasini ve karasularini tahsisten ote icinde olmamalidir.  

Kuresel guclerle ortak hedefler mi yoksa karsi kuresel guc eksenleriyle isbirligi mi?  Hangisinde daha cok zarara ugrayacaginizin sorusunu sorarak Sinasi'nin Zoraki Evlilik Tiyatrosunda aktor olmaya soyunacak, rolunuzu de iyi oynayacaksiniz.  Rolunu oynayamayan aktorun yerine baska aktorler arandigi ve bulundugu zaman da bagirip tepinmeyeceksiniz.  Sizin sabriniz oldugu kadar is ortaklarinizin da bir sabri vardir.  

Saygilarimla...
Fehim GULER

13 Şubat 2012 Pazartesi

Azerbaycan Milli Polikası ve Stratejisi




 Bizler yani Türkmenler (Oğuzlar)  Anadolu Türkmenleri ile Yaka Türkmenleri (Hazar Ötesi- Türkmenistan)  iki devlet bir millet temelinde yükselen Türk Dünyasının kurucu koç başlarıyız.  

Milli Politika ve Milli Stratejinin ana unsurlarının gerek Azerbaycan, gerekse Türkiye için uygulanabilir esaslar ve hareket tarzlarına dayalı olarak yasama organları ve yürütme organları (Hükümetler) içinde akademik anlamda çok iyi hazırlanması gerekmektedir.  Trans Kafkasya coğrafyasında yeralan Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan'ın kendi başlarına politika üretmeleri mümkün olmayıp bu politikalar Rusya, Türkiye, İran, Amerika ve hatta MİNSK Grubu Devletlerinin politikalarından son derece kolay etkilenmektedirler.  

Azerbaycan'ın kısa vadede Karabağ sorununu çözebilmesi bu sebeplerle kolay değildir.  Azerbaycan orta vadede kendi milli güçlerini teşkil eden ekonomisini güçlendirmeli ve refah seviyesini arttırarak bir cazibe merkezi haline dönüşmelidir.  Sonra Nahcıvan'ın siyasal varlığını sürdürebilmesi için İran'daki Güney Azerbaycan(Urumiye), Doğu Azerbaycan(Arbil) ve Batı Azerbaycan (Tebriz) ile ekonomik ilişkilerini geliştirmelidir.  Zira Nahcıvan'ın Ana Azerbaycan (Kuzey Azerbaycan) ile ekonomik ilişkilerinden daha kolay gelişme vaad etmektedir.  

Azerbaycan, tarihte kurulan Karakoyunlular ve Akkoyunlular Devletleri gibi büyük devlet olayı ön planda tutmalıdır.  Azerbaycan'ın dünya haritasında kalabilme koşulu ;
a. Kendi ırkdaşları ile ilişkileri arttırmak,
b. İranlı Azerilere iş imkanları sunmak ve çalışma izni vermek, 
c. Azeri Askeri Gücünü Türkiye ile birlikte kuvvetlendirmek, 
d. TURKSAT'lardan istifade ile Azeri TV kanallarını tüm Azeri nüfusuna yönlendirmek ve
e. Azeri Milleti üzerinde dil, tarih, ülkü ve kültür birliğini geliştirmeyi milli hedefi haline getirmekten geçmektedir. 

O zaman Azerbaycan geniş coğrafya ve stratejik derinlik kazanacaktır.  Karabağ sorunu o zaman indirekt yollarla belki de savaşsız çözülecektir. Ülke kaynaklarını ekonomi ve toplum öncelikli kullanmak daha rasyonel olacaktır.  Azerbaycan'ı 5-6 milyon değil 18-20 milyon nüfuslu kurulu ve gurbetteki İran Azerbaycanı ile birleşen bir  bütünlük içinde görmek ve mili stratejiyi bunun üzerine oturtmak gerekmektedir. 

Rusya'nın Trans Kafkasya'daki tarihi hegemonyasını sürdürmesi Abhazya'nın ve Güney Osetya'nın kontroluna ve Ermenistan'ın askeri güvenliğini teminden geçmektedir.  Minsk Grubu ile Rusya ve Fransa çözümden ziyade mevcut statünün sürmesini ve tarafları çatışmadan alıkoymak peşindedirler.  Onların bu stratejisinin arkasından dolaşmak ve bu stratejiyi boşa çıkarmak refah seviyesini arttırmak ve Büyük Azeri toplumu ile psikososyal ve ekonomik alanda bütünleşmekle gerçekleşecektir.  

Bir de Latin alfabesini ilk kabul eden Türk Devleti olan Azerbaycan yine Latin Alfabesinin kullanılmasını kabul etmiştir.  Ancak bu yenilikçe hareketin daha da ileriye taşınması ve x, q, e harflerinin yazımı ve milli eğitimde ortak politikalarla devam etmesinin gerektiğine de inanmaktayım. 

Yazdıklarım üzerinde Sayın Yazar'ın karşı yorumlarını almayı ve asıl olarak Azerbaycan'ın milli kuruluşlarında Milli Politika oluşturan makamlara bu yazımın ulaşmasını diliyorum.   Lütfen bu anlamda konuyu tartışmaktan çekinmeyin.  Zira uluslararası güven ve güven arttırıcı önlemlerin (GGAÖ) Stokholm Belgesi  ve Avrupa Silahsızlanma Konferansı ile Viyana Belgesi ile esasları çerçevesinde sürekli geliştirilmesi ve uluslararası anlaşmalardan doğan taahhütlere de sadık kalma zorunluluğunu da getirmektedir. 

Selam, sevgi ve saygılarımla.
Fehim GÜLER



7 Şubat 2012 Salı

Türkiye’nin Yargı Reformu Stratejisi




Fehim Güler 07 Şubat 2012

Adalet Bakanlığı Yargı Reformu Stratejisi Eylem Planı ile 2011-2014 Stratejik Planı Esasları içinde Ortaasya Dönemi Adalet Sistemi, Osmanlı Öncesi İslamın Etkisindeki Türk Devletlerinde Adalet Sistemi, Osmanlı Dönemi Adalet Sistemi, TBMM nin Kuruluşu ve Cumhuriyet Dönemindeki Adalet Sistemi yeralmıştır.  2006 yılından buyana AB aday ülke statüsü ile geçirilen süreç ise hiçbir şekilde yeralmamıştır.  Halbuki yargı alanında yapılanlar, yeni Anayasa yazımı ve Adalet Teşkilatında yapılan köklü değişikliklerin tamamının AB 'nden kaynaklanan dayatmalar ve TR İlerleme Raporu ile Türkiye'den Müzakere sürecinde tamamlaması istenen konulardır.  Türkiye AB'ye üye olma yolunda egemenlik haklarını kendi isteği ile paylaşmaktan yana siyasi iradesini koyarken Yargı Stratejisi içinde AB konularına değinmeyerek tam bağımsız ülke olma iradesini gösteriyorum şeklinde algı bozukluğunu yaratmaya hakkı da bulunmamaktadır.

Yargı Reformunun amacı ise AB veya çağdaş ülkelerin hukuk normları ve yargılama usullerine uyum sağlamak olduğu, böylece Atatürk'ün gösterdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak olarak ana amaç ortaya konmalıydı.  Avrupa Birliği Müzakerelerinde açılacak fasıl başlıklarından olan ve Yargı Stratejisinin temelini teşkil edecek olan Yargı Reformu ile ilgili Yargı ve Temel Haklar faslı ile Adalet, Özgürlük ve Güvenlik  faslı alanındaki çalışmalar Yargı Reformunun kendisi olacaktır.  (Bu fasıllar TC yargı reformu yasalarının çıkmayışı ve Türkiye hazır olmadığından açılamıyor) Ulusal Plan içinde yeralan ve TR İlerleme Raporunda açıklanan Adalet, Hak ve Özgürlükler ile Yargı Reformu konularında yapılacak yasal düzenlemeler daha hızlandırılmalıdır. 

Yargı Stratejisi Planında ''Adalet Bakanlığının HSYK’da temsil edilmesi  !!!!'' güçlü taraf olarak açıklanırken !!!!! ''  AB Uyum yasalarının çıkarılamamış olması '' ne zayıf tarafımızda ne de güçlü tarafımızda yeralmıştır. Ana hedefi AB Tam üyeliği olan bir ülkenin Yargı Reformunda bakış açısının AB Standartları olmadığı ve niyetin de bu olmadığı anlaşılmaktadır.  Ülkemizde Adli Polis Teşkilatının bulunmadığı ve bu sebeple Cumhuriyet Savcıları ile ortak çalışacak profesyonel adli polis eksikliği zayıf taraflarımız içinde dahi gösterilmemiştir. Buna karşılık Adli Kolluk gücünün işlevine uygun örgütlenememesi ''Tehditler'' başlığı altında yeralmaktadır. İhtiyaçların tam ortaya konulamamış olması Güvenlik, Yargı ve Demokrasi denkleminde açıklar oluşmasının kaynağını teşkil etmektedir.

Aynı Planda Ortalama Yargılama süresi ağır cazalar için 282-358 gün arasında olduğu belirtilmektedir.  Halbuki basında iddianamesi 3 yılda hazırlanmamış Ergenekon Davaları boy boy yeralmaktadır.  Örgütlü suçların sayısal artışından bahsedilmektedir.  Bu Türk Toplumunun eğilimlerinin değişmesinden değil, Türk Ceza Yasasında Örgütlü Suç tanımının değiştirilmesinden kaynaklandığı dahi farkedilmemektedir.  Örgütlü suç tanımı o kadar esnetilmiştir ki herkesin bu torbaya doldurulması adeta kolaylaştırılmıştır.

Yargı Reformunda Kanunla Kuruluşu onaylanmış İstinaf Mahkemelerinin kuruluş hedeflerinin gerçekleştirilmesine verilen öncalik bulunmamaktadır. Halbuki ülke çapında bu mahkemelerin 9 adet kurulmasının öngörüldüğü, bunların Yargıtay'ın işyükünü hafifleteceği ve Ağır Ceza hükümleri hariç 1 nci seviye mahkemelerinin Yargıtay işlevlerini göreceği ve böylece yargılama süresinin azaltılacağı planlanmıştı.  Yargı Reformu Stratejisi içinde İstinaf Mahkemelerinin önceliğinin 1 nci sıraya oturtulması Yargıtay iş yükünün paylaşımı ve Ağır Ceza Mahkemelerinin Yargılama Sürecini etkileyecek en yaşamsal bir projedir.

Adalet Hizmetlerinin iyileştirilmesi ve Yargı Reform çalışmalarında her projeye aynı önem ve aynı öncelik verilmesi projelerin tamamını sıradanlaştırack ve Yargı Stratejisi Planı hedefleri AB Müzakerelerinde belirlenmiş insan odaklı gelişme paterninin dışında kalacağı değerlendirilmektedir.  Yargı Reformunun ana ve tek amacı temel hak ve hürriyetlerin Anayasal güvence altına alınması , yargılamanın güvenililirliğinin sağlanması, bağımsız ve tarafsız yargı erkinin yasama erkine yargı ihtiyaçlarını tespit ve aktaracak mekanizmanın kurulması yönünde olmalıdır.

Saygılarımla
Fehim GÜLER
fehim.guler@gmail.com

21 Ocak 2012 Cumartesi

AB Müzakerelerinde Türkiye'nin Politik Öncelikleri

Fehim Güler
11 Kasım 2010



AB Katılım Müzakerelerinin statüsü ve halihazır durumu konuyu takip edenlerin bilgisi içersindedir.     AB - TR ilişkileri Avrupa Birliği Bakanlığı sitesinde geniş şekilde yeralmaktadır.  TR'nin muasır medeniyetler seviyesine gelme yolunda AB Katılım Stratejisinin önemli olduğuna inanmaktayım.

Türkiye Avrupa Konseyi Başkanlığını yakın gelecekte devralacak ve bu durumun Türkiyenin önüne fırsatlar sunacağına ve tezlerini anlatmada manivela görevini vereceğini değerlendirmekteyim.  Türkiye'nin eski adıyla Avrupa Birliği Genel Sekreterliği (ABGS) şimdiki adıyla AB Bakanı Sn. Egemen Bağış gelişmeleri açıklıyor, ancak Türkiye'nin stratejisinin ne olduğu yolunda kamuyu aydınlatıcı ipuçlarını vermede açık olamıyor. 

Türkiye'nin AB 'ye yönelik milli politikası ile milli stratejisinin öncelikleri ve politik olarak yoğunlaşacağı hususları belki yazı dizinize dahil edebileceğinizi düşünmeden edemedim.  Türkiye  herşeyden önce AB müzakerelerindeki tıkanıklığın ana sebebinin KIBRIS ve EK protokolün imzalanmamış olmasından kaynaklanan askıya alınan 8 faslın üzerindeki ipoteğin kaldırılması söyleminden vazgeçmelidir. 

Asıl tıkanıklığın hiçbir açılış kriteri olmamasına ve Türkiye nin müzakere pozisyonunu sunduğu Eğitim ve Kültür faslı ile Ekonomi ve Mali Politika fasılları üzerindeki sadece bir devletin blokesinin kaldırılmasını talep etmesi daha rasyoneldir.  Zira Türkiye ileri derecede bu iki fasılın açılmasına hazırdır.

Ayrıca tarama sürecinden buyana 5 yıl geçmesine rağmen Avrupa Konseyinde açılış kriterleri hala belirlenmemiş fasılların onaylanmasını talep etmelidir. AB Konseyi'nde Görüşülmesi Süren Fasıllar: (2006 'dan buyana 4 yıl!!!)

 Bu fasılların açılış kriterleri aynı zamanda tam üyelik süreci başlayan Hırvatistan için ilk yıl belirlenmiştir.  Özetle, gönülsüzlük veya isteksizlik Kıbrıs ile ilgili siyasi kriterlerden ziyade AB üye ülkeleri ve AB 'nin siyasi irade zayıflığı ve belki de kararsız olmalarındadır.

Türkiye siyasi girişimlerini Kıbrıs'tan ziyade bu alana kaydırması doğru bir strateji olacaktır.  Böylece Kıbrıs ile ilgili verilecek tavizleri öteleme ve EK Protokolün imzalanması sarmalından kendini bir süre daha dışlayabilecektir. Bunlara ilaveten Türkiye, Kıbrıs nedeniyle AB'nin askıya almadığı  ve Fransa'nın da engellemeyeceği ''Sosyal Politika ve İstihdam faslı ile Kamu Alımları faslı alanında AB kriterlerini karşılayacak standartlara erişme yolunda kendi iç mevzuatıni geliştirme yolunda çaba göstermesi Hükümetin iradesi olarak ortaya konmalıdır.  2010 Türkiye İlerleme Raporunda bu iki fasılda çok sınırlı  gelişme olduğu açıklanmış ve Anayasa Değişiklik Paketi ile dahi çalışma hayatı ile ilgili hükümlerin yeralmadığı, sendikal haklarda pakette uygun ifadelerin yeralmadığına değinilmiştir. 

Başka bir ifade ile AB , Kıbrıs'ı bahane olarak kullanırken Türkiye de maalesef kendi ev ödevlerini yapmak yerine O da AB gibi Kıbrıs'ı bahane olarak kullanmaktadır.  Yani AB tam üyeliğini ister görünüp ayak sürüyen bir politikanın içinde oynamaktadır.  Devletlerarası ilişkilerin bir oyun olduğunu kabul etmek ve verilen rolü hakkıyla oynamak durumunda olmak gerekmektedir.  Aksi takdirde bu oyunu daha iyi oynayacak başka aktörler sahneye çıkarılır ve sizlerin rolünü sonradan gelenler elinizden alırlar.  Eski Yugoslavya'dan ayrılan devletlerin (Bosna, Makedonya, Hırvatistan, Makedonya, Karadağ, Sırbistan ve Kosova) ile Arnavutluk ve İzlanda Türkiye'den daha önce üye olacaklardır.  Konu ve tıkanıklık Kıbrıs'ta yatmamakta, esas olarak acı ama Türkiye'nin ev ödevlerini yeterli hızda yapmamasında yatmaktadır. 

Şimdi ne olacaktır?  Belçika'nın halen dönem Başkanlığı yaptığı 2010 ikinci yarısında / 18 Aralık 2010 'da ''Rekabet Politikası'' faslı açılacak ve hastalığa tedavi yerine başağrısı ilacı olarak aspirin verilecektir.  Hükümet Aralık 2010 'da 2 ve daha fazla faslın açılabilmesini sağlayabilmesi halinde başarılı olma statüsünü elde edebilecekdi.  Aradan bir yıl daha hiçbir fasıl açılamadan geçti ve AB Dönem Başkanları Haziran 2011 ve Aralık 2011 'de fasılları açamadılar.  İnteraktif ve proaktif olabilme yerine sadece reaktif  (tepkisel ) politikalarla süreçin  sündürülmesi ve müzakerelerin uzaması AB'nin başarısı, Türkiye'nin başarısızlığı olarak okunmaktadır.  Avrupa ve AB Siyaset alanının resmi bu şekilde görünmektedir.

Bu konuların AB Bakanlığı bürokratları ile Türk Dışişleri Bakanlığı bürokratlarına ışık tutacağına inanıyor ve çalışmaların bütünlük ve erişilen sonuçlar itibariyle milli stratejimize katkılar ve destekler sağlamasını diliyorum. 

Saygılarımla...
Fehim Güler 11 Kasım 2010

Kuzey Irak ve Kerkük - Musul Milli Politikası

Fehim Güler 
08 Kasım 2011  




Abbasiler zamanında İslamiyetin kabulu ile Bağdat kuzeyindeki Samarra şehrine oymaklar halinde Horasan ve Türkmenistan üzerinden göç eden Türkler İslam İmparatorluğunun asker sınıfını oluşturmuşlar ve ilk olarak Doğu Roma İmparatorluğu veya Bizans İmparatorluğuna karşı ilk olarak Malatya ve Elazığ yörelerini alarak Anadoluya yerleşmeye başlamışlardır.  

Daha sonra İran ve Anadolu'da Selçuklular ile Anadolu Selçukluları ve Karakoyunlular ile Akkoyunlular egemen olmuşlardır.  Bu devletlerin dayandığı topluluklar Türkmen boyları olmuşlardır.  Musul Atabeyleri ve Osmanlı döneminde bu topraklarda Türkler 1000 yılı geçkin süreyle yöneten ırk olarak tarihe geçmişlerdir.  Birinci Dünya Savaşında Kut-ül Amarede İngilizler karşısında bölgeyi kaybeden Osmanlı İmparatorluğu ne acıdır ki Musul'u masabaşında vermiştir.  

Türkiye Cumhuriyeti Lozan Anlaşması (1923) ve Hudut ve munasebat-ı Hasenei Hemcivarı Anlaşması ile de (1926) Musul ve Kerkük'ü İngilizlere bırakmak zorunda kalmıştır.  

Günümüzde Irak Türkmenlerinin yerinde kal prensibi uyarınca Türkiye'ye göçleri tercih edilen bir yöntem olmamıştır.  Ancak bölgeyi Misak-ı Milli sınırları içinde kabul eden Türkiye,  Körfez Krizi (1991) ve Körfez Savaşında (2003) önce Çekiç Güç himayesinde ilk kuruluşunu tamamlayan K.Irak Bölgesel Yönetimi Amerika'nın Mezepotamya'da Irak Devleti içinde Muhtar Cumhuriyet halinde tanımaya icbar edilmiştir.  Şimdi Amerika'nın 2011 yılı sonuna kadar Irak'tan çekilmesiyle kendi başlarına bırakılacağa benzemektedir.  

Irak'ın üniter Devlet yapısı ortadan kaldırılmıştır.  Bu aşamada Kuzey Irak bağımsız bir devlet olmasa da Kürdistan'ın çekirdeğini teşkil etmesi de mümkün görülmemektedir. Türkiye'ye rağmen bölgede bir Kürt Devleti kurulamayacağını Amerika kabul etmiştir.  Kürt Ulusal Kongresi (KNK)  Barzani ve Talabani'yi Türkiye ile işbirlikçi davranışlarından ötürü suçlamaktadır.  Sular durulmayacaktır.  

Dahası bu bölgeyi Amerika Federe Devlet şeklinde Türkiye'ye bağlama niyetleri de bilinmektedir. Bu haliyle Türkiye'nin İç Güvenlik sorunlarını daha da büyütecek bu siyasi şekillenme tarafların ortak iradesini yansıtmamaktadır.  Bu durumda Türkiye,  Irak'tan bir toprak talebi olmaksızın Türkmenlerin temel hak ve hürriyetlerini Anayasal güvence altına alma ve Kerkük-Musul bölgesinin K.Irak Bölgesel Yönetimi egemenliğine terketmeme politikasını izleyen bir Milli Politikaya sahiptir.  Bu politikanın 8 yıllık Amerikan işgalı süresince başarılı olduğu söylenebilir.  

Ancak Türkiye bu politikanın daha fazlasını Amerika ve Irak ile koordine etmek ve Irak'ın içinde Kürdistan Devletini çağrıştıracak bir oluşumun sınırlarını Türkmeneli coğrafyasından uzak tutmalıdır. Türkiye, Irak Sünni Arapları ile işbirliğine giderek Türkmeneli-Sünni Arap unsurları içine alan siyasi bir yapılanma ile Musul ve Kerkük şehirlerini Arap-Türkmeneli Ortak Federe Devletinin teşkilini öngören bir milli politika ve milli stratejisini askeri mukabele seçenekleri ile de desteklemelidir.  Türkiye, Irak Devletinin üniter yapısının korunmasını ilke olarak korumalı ve bu üniter yapı içinde Türkmenlerin siyasi ve kültürel haklarının gözetildiği bir Anayasa düzenini desteklemelidir.  

Fehim Güler 08 Kasım 2011

Dünya artık Kalpgah ( Heartland) ve Kenar Kuşak Teorilerinin Asırlarca Sürecek Savaşının İçinde


 
Fehim GÜLER
04 Şubat 2011
 
 
Genişletilmiş Ortadoğu Projesi hala yürüyen bir proje. Ancak, yıllara yayılmış ve sabırla olgunlaştırılan bir proje. 
Bu proje Ortadoğunun diktatörlük ve monarşi ile idare edilen ve tam demokratikleşememiş devletlerin yerine demokrasi rejimini yerleştirmek amacıyla tasarlanmıştır. 
 
BOP 'un kapsamı alanı USCENTCOM (ABD Merkez Komutanlığı) ve USEUCOM (ABD Avrupa Kuvvetleri Komutanlığı) sorumluluk alanlarınada kalan ülkelerdir.  Diğer bir deyişle ilk aşamada, Operations Enduring Freedom for Afghanistan ve Operations Enduring Freedom for Iraq  ile Falling States olarak adlandırılan bu ülkelerde kanun ve nizam kurulması adına ve Terörle Savaş adına ABD ve Koalisyon Kuvvetlerinin Savaşı  2002 den buyana sürmektedir. 
 
Aynı savaş konsepti içinde Devil of Axis (Şeytan Ülkeler Ekseni) olarak da bilinen/ adlandırılan Kuzey Kore ve  Iran ile Nükleer Silahların Yayılmasını Önlemeye dönük kriz Diplomatik Önlemlerle ''Kriz Yönetim Esasları ve Usulleri çerçevesinde gerilim devam etmektedir.  Yani bu ülkelere dönük Eylem Planı henüz Askeri Mukabele Seçeneklerinin yürürlüğe Sokulması aşamasına gelmemiştir.
 
Öte yandan Afganistan Özgürlük Savaşı !!!! ve Irak Özgürlük Savaşı !!!!!! ile eş zamanlı olarak hem Iran'a hem de Yemen-Somali üzerine müdahale planları da USCENTCOM tarafından yapılmıştır.  Ancak Somaliye BM Harekatı, Aden Körfezi yaklaşma sularında Deniz Konvoy Koruma Harekatı, Yemen'de dinsel bazlı Sünni-Şii çatışmaları ile K.Kore-G.Kore sularında savaş gemilerinin batırılması ile deniz tatbikatları ile muharabe sahasının şekillenmesi süregelmiştir. 
 
Bu gelişmelerle birlikte, çeşitli düşünce kuruluşlarında ve sivil toplum kuruluşlarının müdahil olduğu platformlarda Ortadoğu'da yeni devletlerin oluşumu ile ilgili haritalar gündeme gelmiştir.  Bu bölgede oluşumu öngörülen Büyük Azerbaycan, Kutsal İslam Devleti(Mekke) , Belücistan ilgi çekici bir projeksiyon olarak dikkat çekmiştir.  USCENTCOM'un sorumluluk alanının OrtaAsya ülkelerini de kapsadığı düşünülecek olursa BOP ile hem Ortadoğu'ya yeni şekil verilecek, hem de Rusya Federasyonu ile Çin'in OrtaAsya ülkeleri ile birlikte askeri ve ekonomik bir süper güç olarak yükselişlerinin önüne geçilmesi hedeflenmiş ve dünya hakimiyeti yönünde mega stratejinin Asya bacağı yürütülmüştür. 
 
Şimdi ise, BOP'un Kuzey Afrika ayağının siyasi ve askeri eylem planları yürürlüğe sokulmuşa benzemektedir.  Kuzey Afrika Mısır hariç USEUCOM ( ABD Avrupa Kuvvetleri ) sorumluluk alanına giren bir coğrafyadır.  Bu bölgede Tunus'ta başlayan Yasemin kalkışması ve akabinde Mısır'da başlayan halk hareketleri tüm Arap dünyasında benzer eylemleri tetikleyeceği ve domino taşı etkisiyle işin bölgenin diktatörlükle yönetilen Yemen, Suriye ve hatta monarşik Ürdün'e sıçraması beklentisi yaygındır.  Ancak asıl demokrasinin olmadığı Pakistan ve Sudan'da sessizlik hakimdir.  Dikkat edilecek olursa S. Arabistan, Umman Sultanlığı, Körfez Emirlikleri ve Fas Krallığı sanki bu olayların dışında asude limanlardaki gemiler gibidirler. 
 
Bu halk hareketlerinin petrol ile bağlantısını kurmak aymazlığında hiç olmamak gerekir.  Zira eğer bu eylemler demokrasinin totaliter rejim topraklarında tesis edilmesi ortak bir hedef olmadığını anlamak gerekir.  Zira ne Tunus'un, ne  Mısır'ın ve ne de Yemen'in petrolü yoktur. 
Bu ülkeler ''Sea Lines of Communications'' olarak bilinen ulaşım yollarının kontrolunu elinde tutan Cebel-i Tarık Boğazı, Sicilya Boğazı, Süveyş Kanalı ve Bab-ül Mendep (Aden ) Boğazlarının stratejik deniz yollarını ve süper güçün ileri üslenme bölgeleri ile alakalı topraklar olarak algılanmalıdır.  
 
Dünya hakimiyetinin yolu hala, İngiliz coğrafyacı H.J. MacKinder ve Amiral Mahan'ın dediği gibi Kenar Kuşak Ülkelerinde kurulacak mutlak hakimiyetten geçiyor.  Onun için yeşil kuşak teorisi ile Rusya'yı İslami OrtaAsya Devletleri ile kontrol etme ve  Fettullah Gülen Hareketini de manivela olarak kullanma var, onun için ''Pivotal'' ülke - eksen ülke- olarak hem kenar kuşak ülkesi ve hem de Kafkasya-OrtaAsya ve Ortadoğu'ya sıçrama tahtası/ bölgesi Türkiye'nin ABD ile stratejik İşbirliği vazgeçilemeyecek fırsatlar sunduğundandır bu bölgede durulmayan sular.   Kalpgah (Heartland) ile Kenar Kuşak teorilerinin savaşı daha asırlarca devam edecektir.
 
Onun için ''Güçlü Ordu,  Güçlü Türkiye'' sloganı Türk Silahlı Kuvvetlerinin doğru sloganı olarak billboardları süslemektedir.  Ekonomistlerin dediği gibi herzaman güçlü ekonomi güçlü orduyu doğurmaz.  Türk Silahlı Kuvvetleri herzaman tüm iktidarlar ve tüm siyasi partiler tarafından herzaman güçlü olarak tutulmalı ve bu askeri gücün güvenlik şemsiyesi altında ekonomisi, diplomasisi, psikososyal gücü gelişmeli ve anlam bulmalıdır. 
 
Selam, sevgi ve Saygılarımla...
 04 Şubat 2011,  fehim.guler@gmail.com
 

İkilem Nerede? Bakış Açısı mı farklı, ABD ve NATO , BM , AB 'nin Kriz Yönetim Usulleri mi Farklı?


Fehim Güler  01 Mart 2011



Aşağıda Hürriyet Gazetesinin iki haberinin başlığı ve haberin kısa Özeti var.  Birinde ''TR kaynaklı '' NATO'nun orada ne işi var? diyen ve askeri mukabele seçeneklerinin uygulanamayacağı varsayımı sezinleniyor. 

İkincisinde intikal ettirilen ABD 6 ncı Filosunun Libya yaklaşma sularına seyir halinde olduğu ve Obama'nın da muhalif gruplara hertürlü yardımı yapmaya hazır olduğunu beyan etmesi haberinde ise BM Güvenlik Konseyinde alınacak potansiyel bir kararın uygulanmasını zamanca kısaltacak bir ABD uygulaması var.  Diğer bir deyişle ABD bu krize sadece kendisi asla müdahaleye kalkışmaz.  Ama BM himayesinde NATO veya Koalisyon Kuvvetleri Harekatını pekala yapabilir. 

Afganistan'da NATO birlikleri görev yapıyor.  Türkiyede ISAF adı ile bilinen bu NATO gücüne katkı vermenin yanısıra sayısız kereler Komutanlığını dahi yapmış ve daha da yapacaktır. 

O zaman demezler mi ''Afganistan'da NATO'nun ne işi varsa Libya'da da o sebeple işi vardır.  ''

Küçük çaplı bir NATO veya AB yahut Koalisyon Kuvvetleri Harekatını beklemek ''Kriz Yönetim Usullerinin doğasında vardır. 

Libya Krizi üzerine yazılan bir hafta önce yazılan 26 Şubat 2011 tarihli makaleyi bu anlamda tekraren aşağıda sunuyorum.  İkilem Nerede?  ABD ve NATO , BM , AB 'nin Kriz Yönetim Usulleri mi Farklı? Bu süreç daha çok su kaldırır. Türkiye  bu uluslararası kuruluşların üyesi ve parçası değil mi?

Fehim Güler 01 Mart 2011

Kanal İstanbul Projesi



 Fehim Güler
    1 Mayıs 2011 



Kanal İstanbul ve Montrö Antlaşması bir kaç haftadır fazlaca ve lüzumundan fazla tartışılır oldu.  Montrönün  Karadenize sahildar olmayan ülkelerin Karadenizde aynı anda bulunduracakları gemi cins ve tonajları ile  savaş gemilerinin Karadenizde kalacakları 15 günlük süre ile alakası vardır.

Amerika veya başka ülke farketmez, nereden geçtikleri de farketmez.
Kanal İstanbul'dan dan geçince savaş gemilerinin rejimi değişmez.  Karadenize Sahildar Ülkelere karşı Montrö Anlaşmasının hükümlerini uygulama sorumluluğu vardır Türkiye'nin.   Aman mukayese veya eleştiriler rasyonel ve  mevcut uluslararası anlaşmalara ve hukuka uygun olmalıdır.  Amerika için alternatif Karadenize çıkma yolu teorisi tezi yanlış zemine oturtmak demektir.  Bu itibarla bazı düşünürlerin bu yöndeki siyasi öngörülerinin isabetli olmadığını veya bu kanalın ABD savaş gemilerine alternatif çıkışı temin amaçının hedeflendiği yorumu son derece yanlış ve gerçeklerle bağdaşmadığını düşünmekteyim.

Burada projenin uluslararası su yolu statüsündeki İstanbul Boğazından ücretsiz geçmek varken dev tankerleri ücretli ve de dar bir kanala sokmaya ve bu tankerlerin uskurlarının yaratacağı mega türbülanslara kanalın dayanamayacağı gibi ekonomik , teknik, hukuki  gerekçeler ön plana alınarak yorumlanmalıdır.

Sözün kısası hiç bir ekonomik değeri  olmayan bir projenin ardından hepimiz sürüklenir olduk.  Hiçbir Katma Değer üretmeyecek, gelir sağlamayacak ve sadece bizi kemirecektir.  Kanal İstanbul,  şehirleşme alanının İstanbul'un orman alanlarının iskana açılması ve su havzalarının kirlenmesi sonuçlarını getirmekten başka bir konuya hizmet edemez.  Bence bunu tartışmak projeyi ödüllendirmek anlamına da gelmektedir.

Saygılarımla.
Fehim Güler

Türk Boğazları ve Montrö Konvansiyonu

Fehim Güler

30 Nisan 2011


Mevcut yürürlükteki uluslararası antlaşmalardan doğan karineler ve Montreux antlaşmasının ruhunda yatan gerçekler ve rakamlar bunun hukuksal dayanağını oluşturduğunu düşünebilirm. ABD'nin gözükara siyasetine Türkiye bilerek alet olacaksa ve benim stratejik ortağım ABD !!! için herşeyi göze alırım diyecek bir iktidar buna çanak tutabilir. 
Montreux Antlaşmasında Black Sea Exits diye NATO dökümanlarına sokulmak istenen bu uluslararası su yolu '' Türk Boğazları' diye geçmektedir.  Türk Boğazları da Çanakkale Boğazı (Dardanalles), Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı (Bosphorus) 'nı içermektedir.   Bir başka deyişle Türkiye'nin Motreux Antlaşmalarına dayalı sorumlulukları Seddülbahir açıklarında karasularımızdan başlamakta ve tüm Karadenizi kapsayacak şekilde takdir, değerlendirme ve sürecin yönetimi TR Dışişleri Bakanlığınca ve Genelkurmay Başkanlığınca takip edilmektedir. 

Aşağıda II nci Dünya Savaşında Boğazların Yönetimini talep eden Rusya-TR ilişkilerinin can alıcı paragrafı bilgi için aşağıdadır.
The Soviets returned to the issue in 1945 and 1946, demanding a revision of the Montreux Convention at a conference excluding most of the Montreux signatories, a permanent Soviet military presence and joint control of the Straits. This was firmly rejected by Turkey, despite an ongoing Soviet "strategy of tension". For several years after World War II, the Soviets exploited the restriction on the number of foreign warships by ensuring that one of theirs was always in the Straits, thus effectively blocking any nation other than Turkey from sending warships through the Straits.[15] 

Aşağıdaki paragrafta da Boğazlar Rejiminin düzenlenmesine ilişkin satırlarda sadece İstanbul Boğazına değil her iki boğaza da, yani hem İstanbul Boğazı hem de Çanakkale Boğazına gönderme yapılmaktadır. Dolayısıyla Motreux'nün by-pass edilmesi Kanal İstanbul'u yaparak mümkün görülmemektedir. 
The Montreux Convention Regarding the Regime of the Straits was a 1936 agreement that gives Turkey control over the Bosporus Straits and the Dardanelles and regulates military activity in the region. Signed on 20 July 1936, it permitted Turkey to remilitarise the Straits and imposed new restrictions on the passage of combatant vessels. It is still in force today, with some amendments. It went into effect on November 9, 1936. It was registered in League of Nations Treaty Series on December 11, 1936.[1]


Montreux Antlaşması imzacı ülkeleri arasında ABD yer almamaktadır.  Antlaşma içinde geçen Boğazlar terimi Çanakkale , Marmara ve İstanbul Boğazını içermektedir.  Bakınız  http://www.ntip.navy.mil/montreux_convention.shtml ve http://www.encyclopedia.com/topic/Montreux_Convention.aspx

Montreux Convention 
  • Signatory States: 9
  • Entry Into Force: 20 July 1936
Ratified by: Turkey, Great Britain, France, the USSR, Bulgaria, Greece, Germany, Yugoslavia, and Japan (with reservations).  In 1936, the former signatories to the Treaty of Lausanne together with Yugoslavia and Australia met at Montreux, Switzerland to abolish the International Straits Commission and return the Straits zone (the Dardanelles, the Sea of Marmara, and Bosphorus) to Turkish military control.  

ABD'nin Karadenize Türk Boğazlarından geçişi tabii ki mümkündür, tonaj, gemi tipi, kalış sürelerine bağlı kalmak ve 15 gün önceden Türk Deniz Kuvvetlerine bildirimde bulunmak kaydıyla... Kanaldan geçince ABD veya başkaca ülkeler Motreux anlaşmasına göre bildirim yükümlülüğü ortadan kalkmayacaktır. 


Saygı ve sevgilerimle..
Fehim Güler




Libya Savaşında Türk Denizcileri

Fehim Güler 26 Şubat 2011
 
 
İstihbarat bir nosyon ve teşkilatlanma işidir.  Savunma Bakanlığı İstihbarat Teşkilatı , muharebe alanı ve insan kaynaklı istihbarata dayanmaz.  Bu iş Milli İstihbarat Teşkilatına tevdi edilmiştir.  Küresel oyuncu olmak demek küresel çapta istihbarat organına sahip olmayı ve bunun için finans kaynaklarını bu amaçla akıtmayı gerektirir.
 
 
İç Deniz ve Nehir gemisi karakterli feribotların Akdeniz'de seyrüseferinde sorun yaşanmaması havanın ilk sefer için iyi olmasına, müteakip seferler için de herhalde uzmanların uyarısı ile deniz işletmecilik kurallarına uyulmasına borçluyuz.  Altı düz gemilerle açık denizlerde alınan risk eğer fırtına varsa % 100 'dür.  Amfibi gemiler de aynı özelliklerdedir. 
 
Çaka Beyin torunlarına,  Barbaros'un ve Turgut Reis'in çocuklarına yakışır Türk Denizcilerine askerce selamlar.. Onlar Akdeniz'in yenilmez leventleridir.  Denizcilerimize kurulan kumpasların ve gerçeklerin bir gün aydınlanması hepimizin ortak arzu ve dileğimizdir.  Onlar Türk Milletine inandılar,  Türk Milletinin bekası ve Ulusun refah ve güvenliği için yemin ettiler, Onlar yeminlerinden dönmediler, ve Türk Bayrağını dalgalandırmak üzere açık denizlere ' Yelkenler Fora '' yaptılar. 
 
Fehim Güler
 

Türk Denizcileri ve Havacıları ve Libya Krizinde Muharebe Alanı Resmi




Fehim Güler
 26 Şubat 2011
 

Türk Deniz Kuvvetleri ve Türk Hava Kuvvetleri'nin Libya Krizinde üstlendiği ''Tahliye Harekatı ve Sivil Gemilere Konvoy Refakatı Harekatı'' esnasında kısa sürede gösterdiği elastikiyet ve deniz ulaştırma desteği ve havadan Trablus - Dalaman hava üssü arasındaki askeri uçaklarla yapılan süratli tahliye TSK.'nın dünya orduları arasında ulaştığı seviyeyi gösteriyor.  www.mfa.gov.tr adresinden de haberin ve yolcu listelerinin görüleceği üzere TCG İskenderun ve TCG Oruç Reis harp gemileri ile tahliye edilen 427 yabancı, 1099 Türk vatandaşı artık emin sularda ve Türk topraklarında..  Tahliye edilen yabancılar arasında Amerikalı, Ukraynalı, Bulgar, Sırp, Makedon, Boşnak, Suriyeli, Kore ve yüzlerce Vietnamlı....  İşte Türk denizcilerinin ırk, din, renk, cinsiyet gözetmeden gemi lumborağzını açtığı insanlar...  Bu insanlar yaşadıkları sürece artık Türk denizcilerini kendi kurtarıcıları olarak göreceklerdir.  Kalpleri Türk denizcileri ile çarpacaktır. 

Denizcilerimizi ve Havacılarımızı kutluyorum.  Türk askeri böylesine disiplinli ve kuralları köklü bir Ordunun mensubu olmaktan gurur duyuyor.  Siyasilerin diplomatik alanda dışişleri mensuplarının başarısının altında da TSK. nın Kriz Yönetimi konusunda edindiği deneyimlerinin ve üstün eğitim ve insani değerlerinin payı var.  Liderlik ve Sevk ve İdare'nin uluslararası standartlarda eğitim ve insan faktörünü istediğini öncelikle Türk kamu oyuna bu kadar mükemmel anlatan başka bir araç olabilir miydi?  

BM ve AB kurumlarında ''Diplomatik Önlemler, Ekonomik Yaptırımlar ve Masadaki Askeri Mukabele Seçenekleri tartışıladururken Türkiye sivil ve askeri tüm olanakları ile TSK bu Savaş Dışı Harekatı başarı ile sonuçlandırmış ve devam etmektedir.  Ancak yapılan bu tahliye ve insani yardım harekatının BM ve AB-ABD ve NATO'da pps sunumlarla anlatılması da diplomatlarımıza ve yurtdışı-içi askeri yetkililerimize düşen bir görevdir.  

Gelinen bu safhada ve yapılan belki de en büyük tahliye harekatlarının ardında yatan bir gerçeğin de doğru analiz edilmesi gerekmektedir.  Libya'da hükümet veya hegemon güç değişsin veya değişmesin yatırımlarda bulunan ve büyük inşaat işlerinde müteahhirtlik hizmetleri sunan Türk veya Yabancı şirketlerin sözleşmesi şimdiki veya bundan sonraki hükümetlerle aynı koşullarda sürecektir.  Bu konunun gerçekleştirilmesi tüm güçlü dünya ülkeleri ile uluslararası kuruluşlarının birinci öncelikli görevlerindendir.  

Krizin askeri yanına geinirse, Libya lideri Kaddafi sahneyi erken terketmeyecek ve Libya'da iç çatışmalar ve halk üzerinde kanlı askeri ve polis operasyonları sürebilecektir.  Muhalif güçlerin kontroluna geçen Bingazi, Derne, Tobruk, Sirte  ve Musratah'da kanun ve nizamın erken tesis edilebileceği söylenebilir.  Ancak başkent Trablus'un da bulunduğu Batı Libya'da Kaddafi Kuvvetlerinin egemenliği ve direnişi sürdüğü takdirde BM Güvenlik Konseyince alınacak karara dayalı olarak NATO'nun küçük çaplı askeri müdahalesi gerekebilecektir.  Halbuki Out-Of-Area harekatı NATO'nun kendisini nispeten yetkisiz addettiği bir harekat nevii olup özellikle NATO'nun ilgi sahası  (Avrupa Harekat Alanı) dışındaki olaylara AB Askeri gücünün müdahalesi varsayımı Avrupa Savunma Kimliğinin bir parçasıdır.  AB'nin sonu gelmeyen uzlaşma ve karar verme süreci Bosna - Hersek Savaşındaki gibi gecikecek olursa yine binlerce insan ölecektir. 

Bu itibarla Non Article 5 ( 5 nci Madde Dışı ) Harekat icrasının NATO'nun gündemine oturması kuvvetle olasıdır.  Eğer NATO Konseyinde bu istikamette bir karar istihraç edilemezse o zaman Amerikanın liderliğinde BM Askeri Harekatı düşünülecektir.  Oluşturulacak bu harekata katılacak kuvvetler için ABD'nin kullanabileceği kara birlikleri Irak ve Afganistan'da angajman halinde veya Amerikan ana kıtasında rotasyon programı içinde yeniden toparlanma faaliyeti içinde bulunmaktadırlar.  Bu anlamda ilk kullanılabilecek kuvveti North Carolina'da konuşlu I nci Seferi Deniz Kuvveti olacaktır.  Libya'ya yapılacak askeri müdahalenin ardısıra ayrı bir safha olarak icrası düşünülecek ''İstikrar Harekatı '' için Kara Kuvvetleri kaynaklı kuvvetlere ihtiyaç bulunacaktır.  

Türkiye'ye gelince, ister NATO veya ister BM 'in yapacağı Koalisyon Kuvvetleri Harekatında alacağı rolun olup olmayacağı siyasi iradeye ve bunun da TBMM 'nde onaylanmasına tabi bir süreç olacaktır.  Anlaşılan bu süreçin uzun olacağı ve gelişen duruma dayalı ve ihtiyatla hareket edilmesi gereken hassas bir konu olarak Türkiye'nin gündemine gelebilecektir.  Türkiye'nin Savaş Dışı Harekatın her türlüsüne destek vermesinin isabetli olacağı, ancak Türkiye'nin bekası ile doğrudan ilişkisi olan Irak savaşı'na katılımına hayır diyen TBMM'nin Libya'ya askeri müdahalenin çok çok uzağında olması gerektiğinin kabul edilmesi gerekmektedir.  Irak savaşında tezkerenin reddi ile tarihi yanılgısını yapan ve bu sayede bölücülere ve Kuzey Irak Kürtlerine bayram yaptıran Türkiye bu krizde daha kolay ve doğru karar verecektir.  

Fehim Güler 26 Şubat 2011
fehim.guler@gmail.com

5 Ocak 2012 Perşembe

Hatti  veya Hittiti  ırkı ve Hatay'ın Tarihi 




Fehim Güler
02 Mart 2011






      Şaşıracaksınız aşağıdaki satırları okurken.  Türkiye'de bu konuda bilgi yetersizliği son derecede az.  Hitit Krallığı,  Geç Hitit Krallığı ve Ön Türklerin Anadolu'da egemenliklerinden Türkiye Cumhuriyetine uzanan 2000 yıllık hikaye.



Eti=Hitit=Hatt                   Bunlar bu ırkın tekil söyleme şekli... 
Etiler= Hititler = Hatlar    Bunlar da bu ırkın çoğul söyleme şekli ama Türkçe dilinde ...

İttiti= Hatti                       Bunlar da Latince ve İtalyanca bu ırkın söyleme şekli.


      Asıl Hitit Krallığı Şuppuliluyuma zamanında altın çağını yaşamıştır.  Sonra Mısır Medeniyeti ile yapılan savaşlar vs sonraları zayıflamışlar ve güneye göçeden Hititler Çukurova- Maraş-Gaziantep -Halep ve Hatay'da Geç Hititler Krallığını kurmuşlardır. 

      Sonra Roma, Bizans, Selçuklular ve Anadolu Selçukluları çağları yaşanmış.  Daha sonra da Osmanlı ve nihayet Türkiye Cumhuriyeti.  Sıkı duralım burada.  Türkiye-Fransa arasında 1920 yılında yapılan Ankara Antlaşması ile Payas 'tan başlayan ve Nusaybinde biten 789 Km uzunluğunda sınır çiziliyor.  Hatay ili o zaman dışarıda kalıyor.  Ankara Antlaşmasında Hatay toprakları Hattia ( Telaffuz ederken Hatya ) diye yazılıyor.  Neden?  Zira bu topraklar Geç Hititler yani Hatların toprakları.  O topraklara da İtalya der gibi Hatya deniyor.  Hat insanlarının toprakları .

      Bakın bu gerçeği Hatay Halkı  ve Hatay ili yöneticileri dahi bilmiyorlar.  İlin turizm broşürlerinde ufak bir bilgi bile yok.  Biz doğal olarak Türkçe ses uyumu ile buraya Hatay demiş geçmişiz. Sonra yine yıllar geçiyor.  Atatürk sağlığında ve son günlerinde buraya asker sokuyor ve Hatay Cumhuriyeti kuruluyor.  1939 yılında da referandum yapılarak Türkiyeye katılma kararı alınıyor.  

      Hititlerin Almanların atası olduğu savı, bizler de Güneş dil teorisi ile Türk ırkına dayandırıyoruz vs,  ilk savaş arabasını kullandıkları ve ilk yazılı Kadeş Anlaşmasını Mısır- Hitit arasında imzalandığını genel kültür bilgileri olarak bir kenara not edersek bu ırkın tarihi bu .. Ama çarpıcı olanı Hatia ( Hatya)  yani Hatay iline bu ırkın kendi adını verdiği.  Ne onur verici değil mi?  

      Bir de bir zamanlar Suriye Hatay ve İskenderun'u haritalarda kendi sınırlarında göstermeleri ve o topraklarda hak iddia etmeleri.    Bre bilmezmisin!! Hatlar Anadolu ırkı, Kızılırmağın kavsinde medeniyetin beşiği, Geç Hititler de aşağıda oralarda kurulmuş Büyük Hitit Krallığının devamı olarak..   Sen otur da biz senden Halep'i istemiyoruz, ona dua et Yalelli Suriye!!

      Selam , sevgi ve saygılarımla ...
      Fehim Güler  02 Mart 2011 
Cadı Falında Türkiye'nin Resmi

Fehim Güler, 02 Mart 2011

    Ortaçağda Cadılar cam kürelerinde geleceği görür ve Krallarına hizmet ederlerdi.  Pagan toplumlarda bu büyücü ve totem ikilisi ile insanların korku dünyalarına seslenilirdi.  Sonraları Astroloji Bilimi icat olundu ve yıldız fallarına bakılarak gelecek hakkında gaiplerden sesler ve ipuçları ile insanlara çalışmadan zenginliklerin kapısı nasıl aralanır bu anlatıldı.  Şimdi ise Düşünce Kuruluşları ülkelere siyaset bilimine ışık tutuyor ve milli çıkarlar, milli politika, milli strateji ve bunların alt alanlarında milli güvenlik politikalarına ve sosyo-ekonomik politikalarının çerçevelerini çiziyorlar.

    Amerikanın dünyaya şekil vermeye çalışması,  BOP ve Rusya-Çin'e karşı dünya hegemonya mücadelesinin özetidir bu çarkın.  Birbuçuk yüzyılı bulan kısacık tarihinde Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarını sona erdiren ABD bu işte.  Irak Savaşının Planlanması aşamasında,  bir taraftan TR-ABD müzakereleri yapılırken diğer yandan da USCENTCOM'da ( Tampa-Florida) Harekat Planlamaları tamamlanmaya çalışılıyordu.  Savaş Sonrası İstikrar Safhası Harekatı doğası gereği Irak'ta yeni bir devletin kurulması, yasam-yargı ve yürütmenin organlarının teşkili, harpten etkilenen altyapının yeniden aktive edilmes gibi ana konular yapılacak planın  kilometre taşlarını oluşturuyordu. 

    Ancak bu IV ncü Safha Planlarına hiç başlanamadı ve Irak Savaşı 2003 yılının Nisan ayında çöl sıcakları bastırmadan başlatıldı.  Bu safha siyaseten zor bir safha idi.  Irak'ın Geleceğinin ötesinde Ortadoğu haritasının yeniden şekillendirilmesi öne çıkıyor,  ABD bu konuda erken taahhütlere girmek istemiyordu.  Bu çalışmaların içinde iken Amerikalı  çalışma arkadaşımın  bana ifade ettiği yorum ve değerlendirmeyi unutamam. 

    '' Amerika II nci Dünya Savaşında ulaştığı ve girdiği hiçbiryerden çıkmamıştır.  Avrupa'da Almanya'da 4 Tümenlik Kara Gücü, İtalya'da 1/173 ncü Hv. İnd. Özel Görev Kuvveti, 6 ncı ABD Filosu, Ramstein ve  Aviano'daki ABD Avr. Hava Kuvvetleri kalıcı kuvvetlere dönüşmüştür.  Pasifik'te Okinawa, Japonya ve Kore'deki Amerikan  Kuvvetleri orada sürekli kalmaktadırlar.  ABD  60 yıldan beri Avrupa'dadır.  Amerika, IRAK'a da girecek ve 40 yıl oradan çıkmayacaktır. ''

    Bu değerlendirmeye bakarak ABD'nin 2011 yılı Ağustos ayında ABD Kuvvetlerinin Irak'tan çekileceği haberleri ve Pentagon'un söylemlerine inanmamak gerekir.  Çünkü ABD Irak'ta Kuvvet Azaltması'ndan başka birşey yapmamaktadır.  150.000 'lerden asker sayısını 50.000 'lere düşürmek çekilmek değildir. Irak'ın kukla Devleti Amerikan mandasına muhtaçtır.  Dahası Kuzey Irak'taki ''K. Irak Bölgesel Yönetimi'' adıyla maruf  Kürdistan Federe Devleti ABD'li istihbarat ajanlarının sevk ve idaresinde Türkiye'nin sürekli komşusu olmaya devam edecektir.  Amerika Sıcak Harbi, hertürlü destek harekatı ile birlikte yürütmekte, bu desteği Medya Hrk, Psikolojik Hrk, Örtülü Hrk, Taktik Örtü ve Aldatma Hrk ile de devlet mekanizması ile yapmaktadır.  Yani savaş sedece Silahlı Kuvvetleri ile değil, devlet tarafından yapılmaktadır. 

    Biz de Güneydoğu'da Terörle Mücadele savaşı adı altında 1986 'dan bu yana Alçak Profilli  bir Savaş'ın içindeyiz.  Bu savaşı yapan da Polis, jandarma ve TSK ile yapılmakta ve bir türlü devletin diğer organlarınca yeterince Türk Milletinin ve Türk Devletinin Savaşı algısı düzeyine yükseltilememiştir.  Bu savaşın mağdurları Kolluk Kuvvetleri olmuştur, yerel mazlum halk olmuştur.  Yerel halktan da kimse PKK militanlarını, onlara destek sağlayan yeraltı kuvvetlerini ve kırsaldaki yardımcı kuvvetleri ile bu kanlı örgüte sempati duyan siyasi yapılanmayı anlamamalıdır. 

    Bu anlamda, Kürt-Türk İç Savaşını bekleyen ahmaklar boşuna ümit ağaçlarını sulamasınlar.  Bu ağaç yeşermez.  Zira Güneydoğu'nun sessiz yığınları Kürtçülük akımını desteklememektedir.  Bu devletin bayrağını, İstiklal marşını, tarih birliğini ve ülkü birliğini paylaşmakta,  geleceklerini bu ülke topraklarında Türk Milleti ile birlikte görmektedirler.  Bunu hisseden insanların oranı % 85 'ler düzeyindedir.  İl genel seçim sonuçlarının doğru analizi de bu kıymetlendirmeyi kolaylıkla teyid etmektedir.  Kürt toplumu bu ülkenin çarıklı Onbaşısıdır ve içgüdüleri ile altıncı hisleri ile doğruyu görmede zorluk çekmemektedir. 

    Toparlarsak ABD, Irak'ta üniter devlet dışında bir çözümün gerçekçi olmadığını ve OrtaAsya-Kafkasya-Ortadoğu üçgeninde eksen ülke (Pivotal Country) olma özelliği olan Türkiye ile birlikte hareket etme, stratejik ortak olma ve NATO ittifakı içinde müttefikiliğini sağlam temeller üzerinde devamı ABD'nin vazgeçilmez politik tercihi olmuştur.  Bu yüzden TR'ye rağmen Irak'ta Sünni Dvleti, Şii Devleti ve Kürt Federe Devleti kurulması bir ütopyadır.  Bu hayal ürünü yapılanma ne ABD, ne TR'ye bir yarar getirmeyeceği, bunun sadece İran'a fayda sağlayan sonuçlar getireceğini ABD Düşünce Kuruluşları ve ABD Dışişleri ayırdına varmış bulunmaktadırlar. 

    Enerji kaynaklarını, enerji muvasala hatları ve enerji arzının güvenliğini sağlamada ihtiyaç olan husus ''Bölge İstikrarı, Bölgedeki sınırların Değişmezliği, Bölge Halklarının Temel Hak ve Hürriyetlerini garanti altına alacak Uluslararası anlaşmalar''dır.  Tehdit Değerlendirmesinde NATO ve AB ile fikir  anlaşmazlığına düşen bir ülke görüntüsüne sıklıkla düşen bir Türkiye olmaktan sıyrılmak , söylemde olmayıp uygulamada insan haklarına saygılı bir demokrasiyi yükseltmek, geminin rotasını doğuya çevirip gemi güvertesinde Batı istikametinde yürümekten vazgeçmek gerekmektedir.  Bu şekilde sadece kendimizi ve belki Türk Milletinin aymazlarını  kandırabiliriz.  Uyumak yok, aydınlık ve laik, sosyal hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti için Atatürk'ün yolunda devam....

Selam, sevgi ve Saygılarımla...
Fehim Güler 02 Mart 2011
fehim.guler@gmail.com
Türkiye Hangi Dünya Güç Merkezleri ile İşbirliği İçinde Olmalı? 


Fehim Güler 04 Mart 2011

    Bu makale düşünce birliği veya çatışmasını değil Türk Milli Politikasının Gerçeklerini açıklamak üzere kaleme alınmıştır. 

    Heyecanlı ve beyin haritasında paraboller ve hiperboller oluşuyor insanın bir yazı okurken. Hele bir düşünce ürünü, sorunlardan ders alan ve çözümlerini arayan sorgulamalarla bezenmiş ise.   Ancak bazı konular öylesine içiçe girmiş ki bir yerde doğruyu yakalarken diğer tarftan büyük hataya sürüklenebiliyor insan.    Devlet politikasını destekleyen veya karşı argumanları arayan durum muhakemelerine bazen bütünleyici, bazen tamamlayıcı, bazen de eleştirel bilgilerle destekte bulunmak isterim.

    ''Dost Arap Ülkeleri!!''  Bu Dost Arap Ülkeleri ile yazıya başlamak isterim.  Peygamber soyundan gelmekte olan Mekke Şerifi Hüseyin’e bağlı Arap kabileleri Osmanlı’nın düşmanı olan İngilizlerle anlaşıp  Osmanlı’ya karşı I nci Dünya savaşında Kanal Cephesi,  Kut-ul Amare (IRAK) ta İngilizlerle birlik olmadılar mı? Filistin'de Aksa Kalesini savunan Osmanlı Ordusu, yerli Arapların İngilizlere desteği ile mağlup olmadımı?  Suriye yıllarca PKK ve Apo'ya üs ve barınma sağlama dı mı?  Devletler arasında dostluk olmayıp çıkar ilişkileri vardır.  Bu açıdan Arapların bir kısmı ile dost ülke, bir kısmı ile de pasif dost ilişkiler, bir kısmı ile de hasım ülkeler konumunda olabiliriz. 
   Ilımlı İslam modelinin hem bize hem de AB'ye, hem de Amerika ve İsrail şürekasına zarar verdiği herkesçe malumdur.  Komplo teorilerine inananlar hep biat kültürü önyargısı ile birilerini Washington'a gönderir ve sadakatlerini sunduklarını iddia ederler. Aklı yerinde hiçbir Türk Devlet adamının da bu davranış ve biat kültürü içinde olmayacağını kabul etmemiz gerekmektedir.   

   Lanet Olsun Avrupa Birliğine, İngiltere, Amerike ve İsrail'e diyenler!!
    Bu hançerelerinizden dökülen söylemlerinizi, öfkenizi ve bağımsızlık aşkınızı kabul ediyorum.  Ancak artık dünya yalnız ülkeler zinciri değil ki!.  Bakın her iki Dünya Harbinde Anglosaksonlar galip gelmişler, Slavlar da 24 milyon insanını kaybederek onlarda II nci Dünya Savaşında Pirus Zaferi kazanmışlar.  Tüm krizler ve savaşlar ülkelerin ittifaklar içinde veya Koalisyon anlayışı içinde ülke kümeleşmeleri oluşturularak yürütülüyor. 

     Atatürk Tam Bağımsızlığımızı hiç aklından çıkarmayarak BM veya o zaman ki adıyla Cemiyet-i Akvam'a girmiş, Balkan Paktı ve Sadabat Paktı ile Bölgesel ve Dünya Barışının da tesisine önem vermiştir.  Sonraları SSCB nin yayılmacı anlayışına karşı NATO İttifakı kurulmuş, Rusya'nın Boğazlardan üs ve KARS -ARDAHAN'ı talep etmesiyle kendimizi Kore savaşı'nın içinde bulmuşuz.  Bunun diyeti olarak ve JAponya'nın inanılmaz desteği ile NATO'ya üye olmuşuz.  Bu üyelik bize 60 yıllık sınırların değişmezliği güvencesini vermiş, ülke ''Çağdaş Muasır Milletler Seviyesine Ulaşmada'' yönünü Batıya çevirmiştir. 

Türklerin karakterinde zayıfla beraber olma ve destekleme genlerinde var.  Uluslararası ilişkilerde de kuvvetli ile beraber yürüme ve milli çıkarları en üst düzeyde kollama konsepti vardır. 
''NEDEN CİN, KORE,JAPONYA , RUSYA İLE GUZEL İLİSKİLER KURUP BİR ASYA BİRLİGİNE GİDEN YOLA GİREMİYORUZ. IRAN İ DA YANIMIZA ALİR HİNDİSTAN VE PAKİSTANİ DA KATARAK BUYUK BİR BİRLİK YARATABİLİRİZ. '' diyenler!!

Burada sıralanan beş benzemezle Pakt oluşturamazsınız ki!.  Halihazırda Rusya-Çin arasında Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan'ın da katılımıyla ŞANGHAY BEŞLİSİ adıyla bir örgüt var.  Hindistan bu örgütte Gözlemci statüsünde.  İran da üye olmak istedi ancak şimdilik kabul edilmesi uygun bulunmadı. 

ASEAN ise Güneydoğu Asya'da oluşturulmuş ekonomik bir birlik.  Üyeleri de ÇİN, Vietnam, Kamboçya ve Filipinler.  Bakıldığında bölgesel bir işbirliğini çağrıştırıyor. 

    Dünyada Güç Merkezleri vardır.  Bu güç merkezlerinin dünya ekonomisine yön verme, dünyanın askeri güç oluşturma imkan ve yetenekleri vardır.  Dünya Güç Merkezleri ise Kuzey Amerika, Uzak Doğu, Rusya  ve Avrupa'dır.  Siz dünya ölçeğinde bir güç merkezi ile hareket etmek zorunda olduğunuzu kabul etme durumundasınız.

    Bu manada siz Hareket Tarzları olarak yukarıdaki seçeneklerin biri içinde olacaksınız demektir bu.  Hareket Tarzı ''Kabil-i Tatbik'' olma yani ''Uygulanabilir Olma''  ilkesi sınırları içinde olmalıdır.
Burada Türkiye >olarak milli hedeflerinizi gerçekleştirecek tercihi yapmak siyasi partilerin değil devletin politikası olmalıdır.  Yani TR, Rusya ve Çin Güç Merkezleri ile olamayacağı genel kabul gören bir durum olarak ortaya konmaktadır. 

    Kuzey Amerika ve Avrupa kendi tercihlerini birlikte hareket etme üzerine kullanmışlardır.  Şimdi siz TR olarak en çok fayda sağlayacak Dünya Güç Merkezi olarak neresini görürsünüz?  Eğer Rusya-Çin İttifakına yönelirseniz en büyük faydayı değil ama en büyük zararı görürsünüz.  Buna ispatı kendinden menkul diyorlar.  Belki sizin düşünce sisteminiz dışında konulara parmak basıyorum ama kendi gerçeğimi ve kendi durum muhakememi bu istikamette şekillendiriyorum.  Perişan olmuş ülkelerle pakt ve birlik TR'ye kazandırmaz ama götürür. 

İran, Irak'ta 1 Milyon insanın Kaybı, BOP ve TR Üzerinde Oynanan Oyunlarla ilgili büyük Paragrafınızda dillendirdiğiniz aykırılıklar, Batıyı be ABD'yi eleştiren düşüncelerinize tamamen hak veriyorum.  Ne güzel serzenişlerde ve şikayetlerde bulunmuşsunuz..  Bu gerçekler de Batı'nın Dilemma'sı işet.  Batı kendi içinde Washigton-Londra- Telaviv ekseni ile Paris-Berlin-Moskova eksen çatışmalarını yaşıyor.  Bu kıta Avrupası ile Ada Devleti İngilter'nin ezeli çatışmasıdır.  Bu keza Anglosakson- FrancoGermen çatışmasıdır.  Dünyaya egemen olma mücadelesi veren Dünya Güç Merkezlerinin çatışma sürecidir yaşananlar. 

''ARTIK KONU İSLAM DEGİL MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİGİMİZDİR VE ATATURK CUMHURİYETİNİ SONUNA KADAR MUHAFAZA ETMEK VE GELİSTİRMEKTİR.'' diyenler!!
Bu işte ana tema ve can alıcı yeri.  Ben de sizinle aynı yoğun duygularını yaşıyor ve bir yazımın sonundaki söylemle sözlerimi tamamlamak istiyorum.  Uyumak yok, aydınlık ve laik, sosyal hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti için Atatürk'ün yolunda devam....

Fehim Güler 04 Mart 2011
fehim.guler@gmail.com