21 Ocak 2012 Cumartesi

AB Müzakerelerinde Türkiye'nin Politik Öncelikleri

Fehim Güler
11 Kasım 2010



AB Katılım Müzakerelerinin statüsü ve halihazır durumu konuyu takip edenlerin bilgisi içersindedir.     AB - TR ilişkileri Avrupa Birliği Bakanlığı sitesinde geniş şekilde yeralmaktadır.  TR'nin muasır medeniyetler seviyesine gelme yolunda AB Katılım Stratejisinin önemli olduğuna inanmaktayım.

Türkiye Avrupa Konseyi Başkanlığını yakın gelecekte devralacak ve bu durumun Türkiyenin önüne fırsatlar sunacağına ve tezlerini anlatmada manivela görevini vereceğini değerlendirmekteyim.  Türkiye'nin eski adıyla Avrupa Birliği Genel Sekreterliği (ABGS) şimdiki adıyla AB Bakanı Sn. Egemen Bağış gelişmeleri açıklıyor, ancak Türkiye'nin stratejisinin ne olduğu yolunda kamuyu aydınlatıcı ipuçlarını vermede açık olamıyor. 

Türkiye'nin AB 'ye yönelik milli politikası ile milli stratejisinin öncelikleri ve politik olarak yoğunlaşacağı hususları belki yazı dizinize dahil edebileceğinizi düşünmeden edemedim.  Türkiye  herşeyden önce AB müzakerelerindeki tıkanıklığın ana sebebinin KIBRIS ve EK protokolün imzalanmamış olmasından kaynaklanan askıya alınan 8 faslın üzerindeki ipoteğin kaldırılması söyleminden vazgeçmelidir. 

Asıl tıkanıklığın hiçbir açılış kriteri olmamasına ve Türkiye nin müzakere pozisyonunu sunduğu Eğitim ve Kültür faslı ile Ekonomi ve Mali Politika fasılları üzerindeki sadece bir devletin blokesinin kaldırılmasını talep etmesi daha rasyoneldir.  Zira Türkiye ileri derecede bu iki fasılın açılmasına hazırdır.

Ayrıca tarama sürecinden buyana 5 yıl geçmesine rağmen Avrupa Konseyinde açılış kriterleri hala belirlenmemiş fasılların onaylanmasını talep etmelidir. AB Konseyi'nde Görüşülmesi Süren Fasıllar: (2006 'dan buyana 4 yıl!!!)

 Bu fasılların açılış kriterleri aynı zamanda tam üyelik süreci başlayan Hırvatistan için ilk yıl belirlenmiştir.  Özetle, gönülsüzlük veya isteksizlik Kıbrıs ile ilgili siyasi kriterlerden ziyade AB üye ülkeleri ve AB 'nin siyasi irade zayıflığı ve belki de kararsız olmalarındadır.

Türkiye siyasi girişimlerini Kıbrıs'tan ziyade bu alana kaydırması doğru bir strateji olacaktır.  Böylece Kıbrıs ile ilgili verilecek tavizleri öteleme ve EK Protokolün imzalanması sarmalından kendini bir süre daha dışlayabilecektir. Bunlara ilaveten Türkiye, Kıbrıs nedeniyle AB'nin askıya almadığı  ve Fransa'nın da engellemeyeceği ''Sosyal Politika ve İstihdam faslı ile Kamu Alımları faslı alanında AB kriterlerini karşılayacak standartlara erişme yolunda kendi iç mevzuatıni geliştirme yolunda çaba göstermesi Hükümetin iradesi olarak ortaya konmalıdır.  2010 Türkiye İlerleme Raporunda bu iki fasılda çok sınırlı  gelişme olduğu açıklanmış ve Anayasa Değişiklik Paketi ile dahi çalışma hayatı ile ilgili hükümlerin yeralmadığı, sendikal haklarda pakette uygun ifadelerin yeralmadığına değinilmiştir. 

Başka bir ifade ile AB , Kıbrıs'ı bahane olarak kullanırken Türkiye de maalesef kendi ev ödevlerini yapmak yerine O da AB gibi Kıbrıs'ı bahane olarak kullanmaktadır.  Yani AB tam üyeliğini ister görünüp ayak sürüyen bir politikanın içinde oynamaktadır.  Devletlerarası ilişkilerin bir oyun olduğunu kabul etmek ve verilen rolü hakkıyla oynamak durumunda olmak gerekmektedir.  Aksi takdirde bu oyunu daha iyi oynayacak başka aktörler sahneye çıkarılır ve sizlerin rolünü sonradan gelenler elinizden alırlar.  Eski Yugoslavya'dan ayrılan devletlerin (Bosna, Makedonya, Hırvatistan, Makedonya, Karadağ, Sırbistan ve Kosova) ile Arnavutluk ve İzlanda Türkiye'den daha önce üye olacaklardır.  Konu ve tıkanıklık Kıbrıs'ta yatmamakta, esas olarak acı ama Türkiye'nin ev ödevlerini yeterli hızda yapmamasında yatmaktadır. 

Şimdi ne olacaktır?  Belçika'nın halen dönem Başkanlığı yaptığı 2010 ikinci yarısında / 18 Aralık 2010 'da ''Rekabet Politikası'' faslı açılacak ve hastalığa tedavi yerine başağrısı ilacı olarak aspirin verilecektir.  Hükümet Aralık 2010 'da 2 ve daha fazla faslın açılabilmesini sağlayabilmesi halinde başarılı olma statüsünü elde edebilecekdi.  Aradan bir yıl daha hiçbir fasıl açılamadan geçti ve AB Dönem Başkanları Haziran 2011 ve Aralık 2011 'de fasılları açamadılar.  İnteraktif ve proaktif olabilme yerine sadece reaktif  (tepkisel ) politikalarla süreçin  sündürülmesi ve müzakerelerin uzaması AB'nin başarısı, Türkiye'nin başarısızlığı olarak okunmaktadır.  Avrupa ve AB Siyaset alanının resmi bu şekilde görünmektedir.

Bu konuların AB Bakanlığı bürokratları ile Türk Dışişleri Bakanlığı bürokratlarına ışık tutacağına inanıyor ve çalışmaların bütünlük ve erişilen sonuçlar itibariyle milli stratejimize katkılar ve destekler sağlamasını diliyorum. 

Saygılarımla...
Fehim Güler 11 Kasım 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder