8 Şubat 2016 Pazartesi

RUSYA PYD'YE DESTEKLE NE AMACLIYOR?
Fehim GULER, 08 SUBAT 2016, Ankara

SETA'nin "" Rusya PYD'ye Destekle Ne Amaçlıyor ? " baslikli kisa degerlendirme yazisini okudum ve uzulerek anlamaya calistim. Arastirmaci, Rusya'nin PYD'yi destekleyerek Suriye Muhalif Grubunu zayiflatmayi amacladigini bir paragraflik bir kisa sonuca vararak hem Rusya'yi politik cucelik konumuna sokarak kucumsemis ve hem de dusman imkan ve kabiliyetlerini degerlendirme usul ve metodlarindan ne denli uzak oldugunu da ifade etmistir. Rusya'nin global bir oyun kurucu olarak senelerdir Warsova Pakti ve SSCB doneminde 40 senedir Sovyet Akdeniz Filosunun (SOVMEDRON) rotasyon ile Akdenizde ABD 6 nci Filosu karsisinda ve NATO Guney Kanadinin Karargahinin bulundugu NAPOLI'de konuslu NATO Guney Vurucu Deniz Kuvvet Komutanligi'nin vazife ve varligini hemen hemen hic dikkate almaksizin yuzeysel bir bakisin sahibi olmustur.
SOVMEDRON Akdeniz'deki varligini senelerce Libya aciklarindaki sig sularda belirledigi "Demirleme Bolgesi" ile Suriye'nin Tartus ve Lazkiye'deki Deniz Uslerine dayandirmistir. WP'nin yikilmasi ve SSCB'nin dagilmasindan sonra yeniden toparlanma donemi yasayan Rusya, Guney Osetya, Kirim'in ilhaki, Donetz Havzasinda Ukrayna'ya karsi ayaklanma, Rus karadeniz Donanmasinin daimi uslerinin elde bulundurulmasi suretiyle kendi hayat sahasini genisletme ve Bati'nin enerji kaynaklarini kontrol etme ve yeniden Super Guc olarak Ortadogu'da oyun kurucu olma niyetiyle Suriye'ye bu ulkenin istegi ile mudahalede bulunmus ve bunu BM Kurulus Yasasinin 50 nci Maddesine dayandirarark yapmistir.
Suriye Ic Savasini cikaran ABD ve onun bu amacla kurdugu Koalisyon Kuvvetlerinin askeri mukabele secenekleri Rusya'nin bu hamlesi ile buyuk olcude bosa cikarilmistir. ISiD'i kuran da ABD. tehdit olarak goren de ABD'dir. Tipki Afganistan'da Taliban Islami Orgutunu Rusya'ya karsi destekleyen ABDnin ayni orgutu 11 Eylul saldirilari ile tehdit olusturmasi gibi kisir donguye girmistir bu konjonkturel durum. ABD'nin ana amaci IRAK'i 3 parcaya bolmek olarak ozetlersek bu parcalanmanin yolu Suriye ve Irak topraklarini bir butun olarak masaya koyma ve sonra her ikisinin de total topraklarini yeniden bicimlendirmektir. Bu sekillendirme ve hudutlarin yeniden cizilmesinde maalesef Turkiye'nin de canini yakarak yapacaktir.

Iste bu genis manada bu durumun ABD"nin askeri stratejisini olusturdugu kabul edecek olursak ve ABD'nin Ortadogu'da kara gucu kullanmak istemedigini de dusunursek ABD'nin hem PYD, hem PKK , hem Irak Silahli Kuvvetleri ve hem de Ozgur Suriye Ordusunu kendi kara gucu olarak kabul ettigini ve destekledigini anlamis oluruz. Bu sekilde olusan Kara Muharebe Alani Taktik Resmi de beraberinde bir yavasligi ve bu ic karisikliga mudahale eden diger aktorleri de icine cekmis durumdadir. Rusya, desteklemis oldugu Esad Kuvvetlerinin paramiliter gucu gibi hareket eden PYD'nin de kendi dogal muttefiki oldugu ve koordineli hareket ederek Suriye Teritoryal Bolgesinin kontrolunu ele gecirmeye calistigi anlasilmalidir.
PYD ise orta vadeli planlarinda Buyuk Kurdistan'in kurulusunda bu sekilde hem ABD'nin ve hem de Rusya'nin muttefigi oldugu resmi ortaya cikmaktadir. Eksik olan olgu ise Turkiye'nin PYD'ye ne zaman ve hangi kosullarda destek olacagidir. Turkiye gibi devlet carklarinin yavas isledigi sistemler bileske dusuncelerden ziyade disaridan empoze edilen dusuncelerle Milli Politikasi ve Askeri Stratejisi olusmaktadir. Turkiye Devletarasi oynanan bu tiyatroda rol almak ve oynamak istememektedir. O zaman kuresel gucler Turkiye'nin oynamasi planlanan rolunu baska aktorlere oynatma iradesi ortaya koymaktadirlar.
Suriye Ic savasini yasamadan bu Savasin sonuclarini degerlendirmek, bu istikrarsizligin sona erdirilmesi icin gerekli askeri, siyasi, ekonomik ve psikososyal onlemlerin dar kaliplar icinde care olamayacagi acik bir gercektir. Butun bu olusan istikrarsizlik NATO icin Turkiye'yi NATO'nun merkezi haline getirmemistir. Bu ulkeyi NATO'nun vazgecilmezi yapmamistir. Aksine istikrarsizligin NATO kapilarina dayanmasinin sebebi olmus ve cozumu cok pahali hale getirmistir. Kurdistan'i kuran Turkiye'nin cekingen ve urkek IRAK Politikasi ve agresif ve hatali SURIYE Politikasidir.
Fehim Guler
fehim.guler@gmail.com

3 Kasım 2012 Cumartesi

Kafkasya ve Türk Kültürü Stratejik Araştırmaları


Kafkasya ve Türk Kültürü Stratejik Araştırmaları 


Kafkasya Bölgesi ile ilgili uygun bir site adresidir. Çerkes, Kabartay ve Karaçaylar hakkında okunacak makaleler..Sevgiler
http://www.kafkas.gen.tr/

1 Mart 2012 Perşembe

Iran ve Suriye Meselesinde Milli Politika ve Stratejinin Gercekleri


Fehim Guler 
01 Mart 2012, ANKARA

Dogru gibi gorunen yanlis olan konular... Yanlis gorunen ama dogru konular hep olmustur.  Zira ekin dedigimiz yetisme kulturu herhes icin farklidir.  Kendi dusunce kaliplariniz icinde goremediginiz konulari da kabullenemez ve karsi yorum uretirsiniz.  Uzmanlik alanlarindaki insanlar ve bilim adamlari dahi uyusamazlar ve kosut mekleri ile sinerji yaratamazlar.

Turkiye, komsularini TEHDIT Degerlendirmesi adi altinda kategorize etmeyi savsaklayamaz.  IRAN, Islam rejimi ile Turkiye'ye rejim ihrac etmeye calisan bir ulkedir.  Karmasik demografik yapisi ile ayakta kalmasini Sii ummet devlet olmasina borcludur.  Simdilerde Turkiye'de benzer ilkelerin egemenligindeki yonetimle bagdasan yonleri oldugu catisan yonleri de olmaktadir.  Bu durumda Turkiye basitce dusunerek Batinin Iran'a ambargosu ve Israil ve/veya ABD'nin hava ve deniz harekati karakterli Savasina alkis tutmasi gerekmektedir. 

Suriye, Iran rejimi ile eksen olusturan ve Hamas ile birlikte Ortadoguda Sii Hilalinin en onemli ayagi ulke durumundadir.  PKK Teror Orgutune yataklik yaptigi ve devlet destekli terorun dunyadaki ender orneklerinden biri olan devlet modeli olmustur.  Bu durumda yine basitce dusunerek Turkiye'nin Suriye'ye karsi icra edilecek bir Savasa destek vermesinin isabetli olacagi gercegine ulasabilirsiniz.  

Dunya konjonkturu, NATO ve ABD'nin kuresel hegemonyalarini tesis etmek icin SANGHAY Orgutu ile catisma alanlari olan Ortadogu, Kuzey Afrika ve Alt Kita Bolgelerinin arayuzey olusturdugu istikrarsizlik ve krizlerle karsi karsiyadir.  Bu anlamda yukarida aciklanan TR MILLI POLITIKASI'nin dogrulari ile Uluslararasi Politik mucadele dogrularinin ne olcude benzestigi, ortustugu ve kosut ozellikler tasidiginin saglamasinin yapilmasi gerekmektedir.  

Gelinen gercek odur ki hicbir olgu ne Demokrasi getirmek ugrunadir ne de Insan Haklarinin Korunmasi ugrunadir.  Ugruna masraflar yapilan isler, savaslar ve Ayaklanmalar dengelerin hep Hegemon Guclerin lehine olmasi icindir.  Turkiye, Anglo-Sakson ustunlugunun ruzgarini arkasina alarak az enerji ve kaynak tuketerek cevresinde istikrarli ve refah seviyesi yukselen komsu ulkelrle mi, yoksa fakirlik ve safalet mengenlerinden kurtulamamis zayif despot ulkelerle mi daha guvenli bolgeler yaratilacaginin cevabini bulmalidir.  Iran'in Islam ve Seriata dayali duzeninin devrilmesi,  Suriye'nin anti demokratik baskici despot yonetiminin degismesi Turkiye'nin milli cikarlarina uygun oldugu kabul edilmelidie.  Yoksa salt din, Islam, Kuran yapraklari ve Muaviye soylemleriyle arguman gelistirip Milli Politika ve Milli Stratejimizin yanlis olduguna kamuyu inandirma cabalari akim kalmaya mahkumdur.  

Turkiye, Turkiye icin ve Turk Milleti icin ulusal cikarlarina uygun milli stratejisini gelistirme ve politik kararlarini da bunlari destekleyecek sekilde vermelidir.  Ancak bu milli strateji yabanci basinda yeraldigi sekliyle, Birlesmis Milletler himayesinde NATO 'nun sevk ve idaresinde yapilacak Barisi Tesis Etme Harekati adiyla Turkiye'yi one ittiren stratejilere sebep de olmamlidir.  Yapacaksa Suriye'ye Komsu Olmayan Suriye 'nin Dostlari Koalisyonu ile bu isler yapilsin.  Turkiye, boyle bir savasin aktif aktoru olma yerine bunu kolaylastirici, lojistik ve insani yardim harekati yonleriyle destekleyici ve zorunlu olarak  hava ve deniz harekati icin hava sahasini ve karasularini tahsisten ote icinde olmamalidir.  

Kuresel guclerle ortak hedefler mi yoksa karsi kuresel guc eksenleriyle isbirligi mi?  Hangisinde daha cok zarara ugrayacaginizin sorusunu sorarak Sinasi'nin Zoraki Evlilik Tiyatrosunda aktor olmaya soyunacak, rolunuzu de iyi oynayacaksiniz.  Rolunu oynayamayan aktorun yerine baska aktorler arandigi ve bulundugu zaman da bagirip tepinmeyeceksiniz.  Sizin sabriniz oldugu kadar is ortaklarinizin da bir sabri vardir.  

Saygilarimla...
Fehim GULER

13 Şubat 2012 Pazartesi

Azerbaycan Milli Polikası ve Stratejisi




 Bizler yani Türkmenler (Oğuzlar)  Anadolu Türkmenleri ile Yaka Türkmenleri (Hazar Ötesi- Türkmenistan)  iki devlet bir millet temelinde yükselen Türk Dünyasının kurucu koç başlarıyız.  

Milli Politika ve Milli Stratejinin ana unsurlarının gerek Azerbaycan, gerekse Türkiye için uygulanabilir esaslar ve hareket tarzlarına dayalı olarak yasama organları ve yürütme organları (Hükümetler) içinde akademik anlamda çok iyi hazırlanması gerekmektedir.  Trans Kafkasya coğrafyasında yeralan Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan'ın kendi başlarına politika üretmeleri mümkün olmayıp bu politikalar Rusya, Türkiye, İran, Amerika ve hatta MİNSK Grubu Devletlerinin politikalarından son derece kolay etkilenmektedirler.  

Azerbaycan'ın kısa vadede Karabağ sorununu çözebilmesi bu sebeplerle kolay değildir.  Azerbaycan orta vadede kendi milli güçlerini teşkil eden ekonomisini güçlendirmeli ve refah seviyesini arttırarak bir cazibe merkezi haline dönüşmelidir.  Sonra Nahcıvan'ın siyasal varlığını sürdürebilmesi için İran'daki Güney Azerbaycan(Urumiye), Doğu Azerbaycan(Arbil) ve Batı Azerbaycan (Tebriz) ile ekonomik ilişkilerini geliştirmelidir.  Zira Nahcıvan'ın Ana Azerbaycan (Kuzey Azerbaycan) ile ekonomik ilişkilerinden daha kolay gelişme vaad etmektedir.  

Azerbaycan, tarihte kurulan Karakoyunlular ve Akkoyunlular Devletleri gibi büyük devlet olayı ön planda tutmalıdır.  Azerbaycan'ın dünya haritasında kalabilme koşulu ;
a. Kendi ırkdaşları ile ilişkileri arttırmak,
b. İranlı Azerilere iş imkanları sunmak ve çalışma izni vermek, 
c. Azeri Askeri Gücünü Türkiye ile birlikte kuvvetlendirmek, 
d. TURKSAT'lardan istifade ile Azeri TV kanallarını tüm Azeri nüfusuna yönlendirmek ve
e. Azeri Milleti üzerinde dil, tarih, ülkü ve kültür birliğini geliştirmeyi milli hedefi haline getirmekten geçmektedir. 

O zaman Azerbaycan geniş coğrafya ve stratejik derinlik kazanacaktır.  Karabağ sorunu o zaman indirekt yollarla belki de savaşsız çözülecektir. Ülke kaynaklarını ekonomi ve toplum öncelikli kullanmak daha rasyonel olacaktır.  Azerbaycan'ı 5-6 milyon değil 18-20 milyon nüfuslu kurulu ve gurbetteki İran Azerbaycanı ile birleşen bir  bütünlük içinde görmek ve mili stratejiyi bunun üzerine oturtmak gerekmektedir. 

Rusya'nın Trans Kafkasya'daki tarihi hegemonyasını sürdürmesi Abhazya'nın ve Güney Osetya'nın kontroluna ve Ermenistan'ın askeri güvenliğini teminden geçmektedir.  Minsk Grubu ile Rusya ve Fransa çözümden ziyade mevcut statünün sürmesini ve tarafları çatışmadan alıkoymak peşindedirler.  Onların bu stratejisinin arkasından dolaşmak ve bu stratejiyi boşa çıkarmak refah seviyesini arttırmak ve Büyük Azeri toplumu ile psikososyal ve ekonomik alanda bütünleşmekle gerçekleşecektir.  

Bir de Latin alfabesini ilk kabul eden Türk Devleti olan Azerbaycan yine Latin Alfabesinin kullanılmasını kabul etmiştir.  Ancak bu yenilikçe hareketin daha da ileriye taşınması ve x, q, e harflerinin yazımı ve milli eğitimde ortak politikalarla devam etmesinin gerektiğine de inanmaktayım. 

Yazdıklarım üzerinde Sayın Yazar'ın karşı yorumlarını almayı ve asıl olarak Azerbaycan'ın milli kuruluşlarında Milli Politika oluşturan makamlara bu yazımın ulaşmasını diliyorum.   Lütfen bu anlamda konuyu tartışmaktan çekinmeyin.  Zira uluslararası güven ve güven arttırıcı önlemlerin (GGAÖ) Stokholm Belgesi  ve Avrupa Silahsızlanma Konferansı ile Viyana Belgesi ile esasları çerçevesinde sürekli geliştirilmesi ve uluslararası anlaşmalardan doğan taahhütlere de sadık kalma zorunluluğunu da getirmektedir. 

Selam, sevgi ve saygılarımla.
Fehim GÜLER



7 Şubat 2012 Salı

Türkiye’nin Yargı Reformu Stratejisi




Fehim Güler 07 Şubat 2012

Adalet Bakanlığı Yargı Reformu Stratejisi Eylem Planı ile 2011-2014 Stratejik Planı Esasları içinde Ortaasya Dönemi Adalet Sistemi, Osmanlı Öncesi İslamın Etkisindeki Türk Devletlerinde Adalet Sistemi, Osmanlı Dönemi Adalet Sistemi, TBMM nin Kuruluşu ve Cumhuriyet Dönemindeki Adalet Sistemi yeralmıştır.  2006 yılından buyana AB aday ülke statüsü ile geçirilen süreç ise hiçbir şekilde yeralmamıştır.  Halbuki yargı alanında yapılanlar, yeni Anayasa yazımı ve Adalet Teşkilatında yapılan köklü değişikliklerin tamamının AB 'nden kaynaklanan dayatmalar ve TR İlerleme Raporu ile Türkiye'den Müzakere sürecinde tamamlaması istenen konulardır.  Türkiye AB'ye üye olma yolunda egemenlik haklarını kendi isteği ile paylaşmaktan yana siyasi iradesini koyarken Yargı Stratejisi içinde AB konularına değinmeyerek tam bağımsız ülke olma iradesini gösteriyorum şeklinde algı bozukluğunu yaratmaya hakkı da bulunmamaktadır.

Yargı Reformunun amacı ise AB veya çağdaş ülkelerin hukuk normları ve yargılama usullerine uyum sağlamak olduğu, böylece Atatürk'ün gösterdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak olarak ana amaç ortaya konmalıydı.  Avrupa Birliği Müzakerelerinde açılacak fasıl başlıklarından olan ve Yargı Stratejisinin temelini teşkil edecek olan Yargı Reformu ile ilgili Yargı ve Temel Haklar faslı ile Adalet, Özgürlük ve Güvenlik  faslı alanındaki çalışmalar Yargı Reformunun kendisi olacaktır.  (Bu fasıllar TC yargı reformu yasalarının çıkmayışı ve Türkiye hazır olmadığından açılamıyor) Ulusal Plan içinde yeralan ve TR İlerleme Raporunda açıklanan Adalet, Hak ve Özgürlükler ile Yargı Reformu konularında yapılacak yasal düzenlemeler daha hızlandırılmalıdır. 

Yargı Stratejisi Planında ''Adalet Bakanlığının HSYK’da temsil edilmesi  !!!!'' güçlü taraf olarak açıklanırken !!!!! ''  AB Uyum yasalarının çıkarılamamış olması '' ne zayıf tarafımızda ne de güçlü tarafımızda yeralmıştır. Ana hedefi AB Tam üyeliği olan bir ülkenin Yargı Reformunda bakış açısının AB Standartları olmadığı ve niyetin de bu olmadığı anlaşılmaktadır.  Ülkemizde Adli Polis Teşkilatının bulunmadığı ve bu sebeple Cumhuriyet Savcıları ile ortak çalışacak profesyonel adli polis eksikliği zayıf taraflarımız içinde dahi gösterilmemiştir. Buna karşılık Adli Kolluk gücünün işlevine uygun örgütlenememesi ''Tehditler'' başlığı altında yeralmaktadır. İhtiyaçların tam ortaya konulamamış olması Güvenlik, Yargı ve Demokrasi denkleminde açıklar oluşmasının kaynağını teşkil etmektedir.

Aynı Planda Ortalama Yargılama süresi ağır cazalar için 282-358 gün arasında olduğu belirtilmektedir.  Halbuki basında iddianamesi 3 yılda hazırlanmamış Ergenekon Davaları boy boy yeralmaktadır.  Örgütlü suçların sayısal artışından bahsedilmektedir.  Bu Türk Toplumunun eğilimlerinin değişmesinden değil, Türk Ceza Yasasında Örgütlü Suç tanımının değiştirilmesinden kaynaklandığı dahi farkedilmemektedir.  Örgütlü suç tanımı o kadar esnetilmiştir ki herkesin bu torbaya doldurulması adeta kolaylaştırılmıştır.

Yargı Reformunda Kanunla Kuruluşu onaylanmış İstinaf Mahkemelerinin kuruluş hedeflerinin gerçekleştirilmesine verilen öncalik bulunmamaktadır. Halbuki ülke çapında bu mahkemelerin 9 adet kurulmasının öngörüldüğü, bunların Yargıtay'ın işyükünü hafifleteceği ve Ağır Ceza hükümleri hariç 1 nci seviye mahkemelerinin Yargıtay işlevlerini göreceği ve böylece yargılama süresinin azaltılacağı planlanmıştı.  Yargı Reformu Stratejisi içinde İstinaf Mahkemelerinin önceliğinin 1 nci sıraya oturtulması Yargıtay iş yükünün paylaşımı ve Ağır Ceza Mahkemelerinin Yargılama Sürecini etkileyecek en yaşamsal bir projedir.

Adalet Hizmetlerinin iyileştirilmesi ve Yargı Reform çalışmalarında her projeye aynı önem ve aynı öncelik verilmesi projelerin tamamını sıradanlaştırack ve Yargı Stratejisi Planı hedefleri AB Müzakerelerinde belirlenmiş insan odaklı gelişme paterninin dışında kalacağı değerlendirilmektedir.  Yargı Reformunun ana ve tek amacı temel hak ve hürriyetlerin Anayasal güvence altına alınması , yargılamanın güvenililirliğinin sağlanması, bağımsız ve tarafsız yargı erkinin yasama erkine yargı ihtiyaçlarını tespit ve aktaracak mekanizmanın kurulması yönünde olmalıdır.

Saygılarımla
Fehim GÜLER
fehim.guler@gmail.com

21 Ocak 2012 Cumartesi

AB Müzakerelerinde Türkiye'nin Politik Öncelikleri

Fehim Güler
11 Kasım 2010



AB Katılım Müzakerelerinin statüsü ve halihazır durumu konuyu takip edenlerin bilgisi içersindedir.     AB - TR ilişkileri Avrupa Birliği Bakanlığı sitesinde geniş şekilde yeralmaktadır.  TR'nin muasır medeniyetler seviyesine gelme yolunda AB Katılım Stratejisinin önemli olduğuna inanmaktayım.

Türkiye Avrupa Konseyi Başkanlığını yakın gelecekte devralacak ve bu durumun Türkiyenin önüne fırsatlar sunacağına ve tezlerini anlatmada manivela görevini vereceğini değerlendirmekteyim.  Türkiye'nin eski adıyla Avrupa Birliği Genel Sekreterliği (ABGS) şimdiki adıyla AB Bakanı Sn. Egemen Bağış gelişmeleri açıklıyor, ancak Türkiye'nin stratejisinin ne olduğu yolunda kamuyu aydınlatıcı ipuçlarını vermede açık olamıyor. 

Türkiye'nin AB 'ye yönelik milli politikası ile milli stratejisinin öncelikleri ve politik olarak yoğunlaşacağı hususları belki yazı dizinize dahil edebileceğinizi düşünmeden edemedim.  Türkiye  herşeyden önce AB müzakerelerindeki tıkanıklığın ana sebebinin KIBRIS ve EK protokolün imzalanmamış olmasından kaynaklanan askıya alınan 8 faslın üzerindeki ipoteğin kaldırılması söyleminden vazgeçmelidir. 

Asıl tıkanıklığın hiçbir açılış kriteri olmamasına ve Türkiye nin müzakere pozisyonunu sunduğu Eğitim ve Kültür faslı ile Ekonomi ve Mali Politika fasılları üzerindeki sadece bir devletin blokesinin kaldırılmasını talep etmesi daha rasyoneldir.  Zira Türkiye ileri derecede bu iki fasılın açılmasına hazırdır.

Ayrıca tarama sürecinden buyana 5 yıl geçmesine rağmen Avrupa Konseyinde açılış kriterleri hala belirlenmemiş fasılların onaylanmasını talep etmelidir. AB Konseyi'nde Görüşülmesi Süren Fasıllar: (2006 'dan buyana 4 yıl!!!)

 Bu fasılların açılış kriterleri aynı zamanda tam üyelik süreci başlayan Hırvatistan için ilk yıl belirlenmiştir.  Özetle, gönülsüzlük veya isteksizlik Kıbrıs ile ilgili siyasi kriterlerden ziyade AB üye ülkeleri ve AB 'nin siyasi irade zayıflığı ve belki de kararsız olmalarındadır.

Türkiye siyasi girişimlerini Kıbrıs'tan ziyade bu alana kaydırması doğru bir strateji olacaktır.  Böylece Kıbrıs ile ilgili verilecek tavizleri öteleme ve EK Protokolün imzalanması sarmalından kendini bir süre daha dışlayabilecektir. Bunlara ilaveten Türkiye, Kıbrıs nedeniyle AB'nin askıya almadığı  ve Fransa'nın da engellemeyeceği ''Sosyal Politika ve İstihdam faslı ile Kamu Alımları faslı alanında AB kriterlerini karşılayacak standartlara erişme yolunda kendi iç mevzuatıni geliştirme yolunda çaba göstermesi Hükümetin iradesi olarak ortaya konmalıdır.  2010 Türkiye İlerleme Raporunda bu iki fasılda çok sınırlı  gelişme olduğu açıklanmış ve Anayasa Değişiklik Paketi ile dahi çalışma hayatı ile ilgili hükümlerin yeralmadığı, sendikal haklarda pakette uygun ifadelerin yeralmadığına değinilmiştir. 

Başka bir ifade ile AB , Kıbrıs'ı bahane olarak kullanırken Türkiye de maalesef kendi ev ödevlerini yapmak yerine O da AB gibi Kıbrıs'ı bahane olarak kullanmaktadır.  Yani AB tam üyeliğini ister görünüp ayak sürüyen bir politikanın içinde oynamaktadır.  Devletlerarası ilişkilerin bir oyun olduğunu kabul etmek ve verilen rolü hakkıyla oynamak durumunda olmak gerekmektedir.  Aksi takdirde bu oyunu daha iyi oynayacak başka aktörler sahneye çıkarılır ve sizlerin rolünü sonradan gelenler elinizden alırlar.  Eski Yugoslavya'dan ayrılan devletlerin (Bosna, Makedonya, Hırvatistan, Makedonya, Karadağ, Sırbistan ve Kosova) ile Arnavutluk ve İzlanda Türkiye'den daha önce üye olacaklardır.  Konu ve tıkanıklık Kıbrıs'ta yatmamakta, esas olarak acı ama Türkiye'nin ev ödevlerini yeterli hızda yapmamasında yatmaktadır. 

Şimdi ne olacaktır?  Belçika'nın halen dönem Başkanlığı yaptığı 2010 ikinci yarısında / 18 Aralık 2010 'da ''Rekabet Politikası'' faslı açılacak ve hastalığa tedavi yerine başağrısı ilacı olarak aspirin verilecektir.  Hükümet Aralık 2010 'da 2 ve daha fazla faslın açılabilmesini sağlayabilmesi halinde başarılı olma statüsünü elde edebilecekdi.  Aradan bir yıl daha hiçbir fasıl açılamadan geçti ve AB Dönem Başkanları Haziran 2011 ve Aralık 2011 'de fasılları açamadılar.  İnteraktif ve proaktif olabilme yerine sadece reaktif  (tepkisel ) politikalarla süreçin  sündürülmesi ve müzakerelerin uzaması AB'nin başarısı, Türkiye'nin başarısızlığı olarak okunmaktadır.  Avrupa ve AB Siyaset alanının resmi bu şekilde görünmektedir.

Bu konuların AB Bakanlığı bürokratları ile Türk Dışişleri Bakanlığı bürokratlarına ışık tutacağına inanıyor ve çalışmaların bütünlük ve erişilen sonuçlar itibariyle milli stratejimize katkılar ve destekler sağlamasını diliyorum. 

Saygılarımla...
Fehim Güler 11 Kasım 2010

Kuzey Irak ve Kerkük - Musul Milli Politikası

Fehim Güler 
08 Kasım 2011  




Abbasiler zamanında İslamiyetin kabulu ile Bağdat kuzeyindeki Samarra şehrine oymaklar halinde Horasan ve Türkmenistan üzerinden göç eden Türkler İslam İmparatorluğunun asker sınıfını oluşturmuşlar ve ilk olarak Doğu Roma İmparatorluğu veya Bizans İmparatorluğuna karşı ilk olarak Malatya ve Elazığ yörelerini alarak Anadoluya yerleşmeye başlamışlardır.  

Daha sonra İran ve Anadolu'da Selçuklular ile Anadolu Selçukluları ve Karakoyunlular ile Akkoyunlular egemen olmuşlardır.  Bu devletlerin dayandığı topluluklar Türkmen boyları olmuşlardır.  Musul Atabeyleri ve Osmanlı döneminde bu topraklarda Türkler 1000 yılı geçkin süreyle yöneten ırk olarak tarihe geçmişlerdir.  Birinci Dünya Savaşında Kut-ül Amarede İngilizler karşısında bölgeyi kaybeden Osmanlı İmparatorluğu ne acıdır ki Musul'u masabaşında vermiştir.  

Türkiye Cumhuriyeti Lozan Anlaşması (1923) ve Hudut ve munasebat-ı Hasenei Hemcivarı Anlaşması ile de (1926) Musul ve Kerkük'ü İngilizlere bırakmak zorunda kalmıştır.  

Günümüzde Irak Türkmenlerinin yerinde kal prensibi uyarınca Türkiye'ye göçleri tercih edilen bir yöntem olmamıştır.  Ancak bölgeyi Misak-ı Milli sınırları içinde kabul eden Türkiye,  Körfez Krizi (1991) ve Körfez Savaşında (2003) önce Çekiç Güç himayesinde ilk kuruluşunu tamamlayan K.Irak Bölgesel Yönetimi Amerika'nın Mezepotamya'da Irak Devleti içinde Muhtar Cumhuriyet halinde tanımaya icbar edilmiştir.  Şimdi Amerika'nın 2011 yılı sonuna kadar Irak'tan çekilmesiyle kendi başlarına bırakılacağa benzemektedir.  

Irak'ın üniter Devlet yapısı ortadan kaldırılmıştır.  Bu aşamada Kuzey Irak bağımsız bir devlet olmasa da Kürdistan'ın çekirdeğini teşkil etmesi de mümkün görülmemektedir. Türkiye'ye rağmen bölgede bir Kürt Devleti kurulamayacağını Amerika kabul etmiştir.  Kürt Ulusal Kongresi (KNK)  Barzani ve Talabani'yi Türkiye ile işbirlikçi davranışlarından ötürü suçlamaktadır.  Sular durulmayacaktır.  

Dahası bu bölgeyi Amerika Federe Devlet şeklinde Türkiye'ye bağlama niyetleri de bilinmektedir. Bu haliyle Türkiye'nin İç Güvenlik sorunlarını daha da büyütecek bu siyasi şekillenme tarafların ortak iradesini yansıtmamaktadır.  Bu durumda Türkiye,  Irak'tan bir toprak talebi olmaksızın Türkmenlerin temel hak ve hürriyetlerini Anayasal güvence altına alma ve Kerkük-Musul bölgesinin K.Irak Bölgesel Yönetimi egemenliğine terketmeme politikasını izleyen bir Milli Politikaya sahiptir.  Bu politikanın 8 yıllık Amerikan işgalı süresince başarılı olduğu söylenebilir.  

Ancak Türkiye bu politikanın daha fazlasını Amerika ve Irak ile koordine etmek ve Irak'ın içinde Kürdistan Devletini çağrıştıracak bir oluşumun sınırlarını Türkmeneli coğrafyasından uzak tutmalıdır. Türkiye, Irak Sünni Arapları ile işbirliğine giderek Türkmeneli-Sünni Arap unsurları içine alan siyasi bir yapılanma ile Musul ve Kerkük şehirlerini Arap-Türkmeneli Ortak Federe Devletinin teşkilini öngören bir milli politika ve milli stratejisini askeri mukabele seçenekleri ile de desteklemelidir.  Türkiye, Irak Devletinin üniter yapısının korunmasını ilke olarak korumalı ve bu üniter yapı içinde Türkmenlerin siyasi ve kültürel haklarının gözetildiği bir Anayasa düzenini desteklemelidir.  

Fehim Güler 08 Kasım 2011